Evrim Teorisi
Evrim Teorisi, yeni türlerin oluşumunun var olan türlerin evrim geçirerek değişmesi sonucu gerçekleştiğini savunan, bu düşünceyi de evrim sürecine etki eden mekanizmalar ve faktörlerle açıklayan bir teoridir. Sanılanın aksine evrim teorisini, ne Charles Darwin ortaya atmıştır ne de sağlam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teoridir. Evrim teorisinin geçmişi Sümerler’e kadar dayanır.
Metopotamya’da putperest dinlerin hâkimiyetinin bulunduğu bir dönemde, canlılığın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yayılıyordu. Bunlardan biri de insanların asırlarca değişerek büyük bir evrimden geldiğiydi. Sümer’lerden kalan Enuma-İliş adlı yazıtta anlatıldığına göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birden bire Lahau ve Llahmu adlı Tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birden bire oluşmuş ve evrimleşerek gelişmişti.
Canlıların ortak bir ataya sahip olabilecekleri ve evrim geçirdiklerini savunan kayıtlar, M.Ö 6. yüzyıla, Miletli Yunan Düşünür Anaksimander’e kadar gitmektedir. Tek Tanrılı dinlerin öne sürdüğü yaratılış hikayelerine dayanılarak dünyadaki canlılığın tek seferde yaratıldığına ve bu türlerin sabit bir şekilde hiçbir değişme göstermeden günümüze kadar geldiklerine inanılmıştı. Orta Çağda ise “yaratılışçılık” inancına ayıkırı düşünce geliştirmek engizisyon zihniyeti tarafından yasaklanmıştı. Ancak 18. yüzyılda farklı bilim insanları ve araştırmacılarca bunun doğru olabileceğine dair şüpheler duyulmaya başladı. Bugün bildiğimiz anlamdaki Evrim kavramı ise Fransız Comt de Buffon’a aittir. Buffon bu konuda 1749-1804 arasında 44 eser yazmıştır. Buffon’un eserlerinde bilinmeyen ise “evrim olgusunu” veren ve neden olan süreçlerdir.
Evrim efsanesi, daha sonra bir başka putperest medeniyet olan eski Yunan’da hayat sahası buldu. Eski Yunan’ın materyalist filozofları, maddeyi yegâne varlık sayıyorlardı. Sümerler’den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl oluştuğunu açıklamak niyetiyle başvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi Eski Yunan’da birleşti, oradan da Roma kültürüne geçti. Eski Yunan materyalist filozoflarından Demokritos da günümüz materyalistleri gibi, maddenin ezeli olduğu ve maddeden başka bir varlık bulunmadığı yanılgısına sahipti.
Evrim teorisinin savunduğu bütün canlıların ortak bir ataya sahip oldukları düşüncesini, Fransız biyolog Comte de Buffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sürmüştü. Charles Darwin’in büyükbabası ise ilk temel önermelerini ortaya koydu. Erasmus Darwin’den sonra Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamack, 19. yüzyılın başında ilk kapsamlı evrim teorisini ortaya attı. Lamack, evrimin mekanizmasını “kazanılan özelliklerin nesilden nesile aktarılması” olarak açıklıyordu. Buna göre canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesiller kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Lamarck teorisini ortaya atıldığı dönemde büyük sükse yapmıştı, ama sonraları popülaritesini hızla yitirdi. Lamarck’ın teorileri hakkında haklı kuşkulara sahip olanlar araştırmalara başlamışlardı. 1870 yılında İngiliz biyolog Weismann, yaşam sırasında kazanılmış olan özelliklerin bir sonraki nesle aktarılmasının imkânsız olduğunu ve böylece Lamarck’ın teorisinin yanlış olduğunu ispatladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisi olarak bizlere ve tüm dünyaya empoze edilen öğreti, kendini Lamarck’a dayandırmaz.