Monarşi

    Monarşi, hükümdarın tek başına söz sahibi olduğu ve hakimiyetin bir tek şahısta (Kral, Padişah, Han v.s.) olduğu kabul edilen bir yönetim biçimi olarak bilinmektedir. Bir monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en temel özellik, devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmasıdır. Cumhuriyetlerde ise devlet başkanı seçimle işbaşına gelir. Monarşilerde cezalandırma ve bağışlama yetkileri, sadece hükümdarın elindedir. Otoritenin gücünü bir kraldan veya bir imparatorun elinden aldığı yönetim şeklidir. Monarşi kelimesinin kökeni dilimize Fransızca bir kelime olan “Monarchie” ile girmiştir. Yunanca “tek şef” anlamına gelen bu terim, tek kişinin yönetimi altındaki topluluk olarak da belirtilebilir.

    Bir yönetim şekli olarak ele alınacak olursa monarşi, yüzyıllar boyunca kullanılan en yaygın yönetim biçimidir. Bunların çoğu özellikle hakimiyetin Tanrı tarafından hükümdara verildiğini öne süren monarşilerdi. Bu krallar tanrının gücünü elinde tuttuğu için hiç kimseye hesap vermek zorunda değildi. Her ne kadar monarşi geniş topraklarda uygulanan bir yönetim biçimi olsa da bu tek kişinin yönettiği yönetim mantığı tam anlamıyla uygulanamamıştır. Özellikle din ve devlet kademelerinde kralın bazı görevlerini üstlenen kişilerin iktidardaki ortaklıkları ve hükümdarlığa ait uzak toprakların kralın tayin ettiği biri tarafından yönetilmesi kralın bu tek başlı yönetimini zedeliyordu. Buna rağmen iktidar gücü yinede kral ve yandaşlarının elinde toplanmıştı ve halk, alınan kararlarda en ufak bir söz sahibi değildi.

    Monarşi’de hükümet başkanı öldükten sonra devletin hakimiyeti hükümdarın yada sultanın soyundan gelen oğlu yada kan bağı bulunan başka bir kişiye kalırdı. Monarşide cezalandırma, bağışlama, ödüllendirme yalnızca hükümdarın elindeydi. Hükümdar dilediği şekilde davranabilir ve yanlışlarıyla doğrularıyla ölene kadar devleti yönetmeye devam eder.   

    Her ne kadar Osmanlı devleti mutlak monark bir yapıya sahip olsa da, kanunlar adil bir şekilde uygulanıyordu. 1877 yılında Anayasal bir yönetim oluşturulmaya çalışılınca mutlak monarşi sona ermiş ve meşruti monarşi devri başlamıştır. Özellikle asırlardır meşruti monarşi ile yönetilen İngiltere bu durumun en güzel örneğidir. Meşruti monarşi yönetimi, kralın yetkilerinin bir parlamenter sistem tarafından onaylanması anlamına gelmektedir. Bazen monark özeliğe sahip liderlerin bu gücü babadan oğla geçen bir şekilde değil de daha çok dini veya askeri yetkilerle alakalıdır. Özellikle Tiran terimi monark yönetimle karıştırılmamalıdır. Monark, kendi hakimiyetindeki tebasını ve hakimiyet alanındaki insanları korurken; Tiran, kendisinden başka güç tanımayan ve yasaları tanımayan yönetim gücünü temsil etmektedir.

    Monarşi halkın korunmasını içerdiği gibi iktidar süresi kişinin soyu ve kişisel özelliklerine bağlıdır. Özellikle eğitim sistemimizdeki genel kanı monarşinin tek elden yönetim ve anti-demokratik bir tutum ile yönetilmesidir. Esasen bu kanı hiçte doğru bir önerme içermez. Cumhuriyet yönetimi ile demokrasi arasında bir bağıntı yoktur. Bir cumhuriyet demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir. Keza monarşi ile demokrasi arasında da bir bağıntı yoktur. Bir monarşi demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir.

  • Eskiçağ Monarşileri

    Tarihlerinin belirli bir döneminde bütün halklar, monarşi yönetimini tanımışlar ve bu yönetim biçimine her zaman kutsal bir nitelik vermişlerdir. Sürekli olarak dinsel bir atmosfer içinde tüm davranışları dinsel ve törensel biçime büründüğü bir dünyada kral, yalnızca Tanrı’nın (İbranilerde) ya da tanrıların seçtiği kişi, bazen de Mısır firavunlarında olduğu gibi Tanrı’nın kendisi olarak kabul ediliyordu. Monarşinin yüksek düzeyde yer alan bu dinsel niteliği, söz konusu yönetimin ortadan kalkmasından sonra bile varlığını sürdürdü. Örneğin Atina’da demokrasinin tümüyle yerleştiği dönemde, Arkhon (Yunan sitelerinde özellikle Atina’da en yüksek devlet memuru) sitenin bütün dinsel yaşamını yönetiyordu. Tanrılar ve insanlar arasında aracı olan hükümdar, kendisini destekleyen ve otoritesini ortaya koyması için gerekli olan güçler tarafından, iktidarın sınırlandırıldığını görüyordu. Nitekim Mısır’da, kral, birçok kez din adamlarıyla çatıştı ve uzlaşmak zorunda kaldı. Aynı biçimde, Mykenal dönemi Yunanistan’ında, krallık gücü sıkı bir biçimde bürokratik bir saray yönetimine dayanıyordu. Savaş zamanında komutan olan kral savaşta onunla birlikte olan savaş oligarşisini dikkate almak zorundaydı.

    Tarımın sulamaya dayandığı ve karmaşık bir örgütlenme gerektirdiği bölgelerde (Nil Vadisi ve Mezopotamya deltası gibi), daha mutlak bir niteliğe bürünen monarşiler daha uzun süre varlıklarını sürdürdüler. Atina, Isparta ya da Roma gibi diğer yerlerdeyse oligarşi (iktidarın küçük bir zümrenin elinde olduğu yönetim) hızla kralın yetkisinin yerini aldı. Bununla birlikte, İskenderiye fetihlerinin ardından Yunanistan’da, Doğu monarşilerinin kutsal niteliğinden güçlü bir biçimde etkilenmiş bir monarşi biçimi ortaya çıktı.    

  • Monarşi Çeşitleri

    Bir monarşi yönetiminde hükümdarın yanında parlamento şeklinde bir mecliste söz sahibi olduğunda meşruti monarşi terimi karşımıza çıkmaktadır. Monarşinin başka bir türü de, lider kişinin devlette veya savaşta kazandığı bir kahramanlıktan dolayı halk tarafından o kişiye verilen yönetim gücüydü. Bu kişi, dini liderdir, kahramandır yada yüce hakimdir. Bu iktidar hakkı, devletin iç ve dış ilişkilerde tek yetkili olan kişinin bu hakkının zamanla babadan oğla geçerek saltanata dönüşmesidir.

  • Feodal Monarşi

    Feodal monarşi, soydan gelme monarşiden doğmuştur. Söz konusu soydan gelme monarşi rejimi, Franklar dönemine (V-IX. Yy.) rastlamaktadır. Bununla birlikte, Karolenjlerin ilk döneminde imparatoru otoritesi kendi topraklarının ötesine taşıyordu. Bu durum, Charlemagne’in 754’te kutsanması ve 800’de taç giyerek Roma imparatorlarının yerini alacak kişi olarak belirlenmesi sayesinde gerçekleşti. Roma İmparatorluğu’nun gücünü yeniden canlandırmak için yapılan bu girişim, büyük senyörlerin imparatora karşı çıkmaları sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı. Bu çatışmadan feodal monarşi doğdu. Devletin topraklarının bölünmesi; geniş prensliklerin kurulması, kralın büyük senyörler tarafından seçilmesi. Söz konusu monarşik rejim, X. yy’dan XV. yy’a kadar Fransa’nın, ayrıca Japonya’nın, Ming sülalesi döneminde Çin’in ve XIII. yy’da Rusya’nın da yönetim biçimi oldu. Büyük senyörler, krallığa ait hakları ve halk otoritesi olma haklarını etkin bir biçimde kullanıyorlardı. Adalet dağıtıp vergi topluyor, para basıyor ve topraklarında yaşayan halkı gerçek anlamda temsil ediyorlardı. Kral, en üstün kişi olmakla birlikte, en azından XI. yy’da, söz konusu büyük senyörler arasında en güçlü olanı değildi. Kralın Reims’de kutsanması ona bir otorite ve yönetime karışan öbür kişilerin üstünde bir yer sağlıyordu ama, vasalların onayını almadan iktidarını sürdüremiyordu. Bu nedenle kral, köy ve kentlerde büyük senyörlerden sıkıntı çekenlerin hepsini koruması altına aldı ve kendi gücünü sınırlandıran bütün güçlerle çatıştı. XIV. ve XV. yy’larda krallık yönetimi güçlendi ve feodal nitelikteki bu monarşi bir tür yönetim monarşisine dönüştü.

  • Mutlak Monarşi

    Daha önceleri, Mısır ve Babil monarşileri için kullanılan mutlak monarşi terimi daha çok Batı monarşileri, özellikle XVI.-XVIII. yy’lar arasında Fransız ve İspanya monarşileri için kullanıldı. Mutlak kral, senyörler senyörüydü. Kralın, senyörü olmayanlara senyör olma hakkı, buradan kaynaklanıyordu. Reims’de kutsanan mutlak kral Tanrı’nın iktidarını kullanıyordu ve yalnızca Tanrı’ya hesap verirdi. Bu durum ona belirli görevler yüklüyor ve özellikle Tanrı saygısı ve “gerçek inancı” savunma yükümlülüğü veriyordu. Hiçbir prens dinlerin çokluğunu hoşgörüyle karşılayamazdı. Bu nedenle Nantes Fermanı kabul edilemez nitelikteydi ve yürürlükten kaldırılması mutlakiyetçiliğin mantığının gereğiydi. Bununla birlikte kral, uyrukları bağlılık yeminleri bakımından “bağlı tutmak ve serbest bırakmak” gibi papaların kendi kendilerine verdikleri hakkı kabul etmiyordu. Kral ile Papalık arasındaki çatışma 1682’de yeniden alevlendi, sonra yatıştı. Fransa kralı, kendisini Kutsal Roma Germen imparatoruna bağlı olarak da görmüyordu. Kral yasama gücüne, yargı gücüne (son yargılama yetkisi kralındı ve her uyruk ona başvurabilirdi), vergi toplama hakkı, nişan ve rütbe verme hakkına, para basma, barış ve savaş ilanı hakkına sahipti.

    Bahsi geçen mutlak monarşi hakkı yine de sınırsız değildi. Tahta geçmeye ilişkin kurallar gelenekle ve krallığın “temel yaslarıyla” belirlendiği için kral kendisinden sonra gelecek kişiyi seçemezdi. Kral naipliklerinin örgütlenmesi işini belirleyemezdi. Louis XIII ve Louis XIV’ün aldıkları kararlar Parlamento tarafından bozuldu. Kral, ülke toprağının bir bölümünü devredemezdi, kral, ayrıcalıkları ve her bölgenin geleneklerini almak zorundaydı. Krallık yasası, öbür yasalara yalnızca eklenir ve onlara her zaman egemen olamazdı. Krallık iktidarının sınırlarını iyi anlayabilmek için, yasaların yazıya geçirilmelerinin ve özellikle uygulanmalarının güçlüklerini göz önünde tutmak gerekir. Unutkanlıklar, kasıtlı ya da kasıtsız savsaklanmaları da bunlara eklemek gerekir. Yeni devlet memurluklarının açılmasına gelince bunlar, babadan oğla geçer hale geldi. Bu görevlerin sayısı, kralın mali gereksinimlerine bağlı olarak artıyordu. Yeni memurluklar açılması, bazen planlar kuran bir görevliler topluluğunun kurulmasına yol açıyordu. Krallık iktidarının bir bölümünü elinde bulundurduğunun bilincinde olan topluluk, güç anlarda bunu hissettirmesini bildi. Kral, bastırdığı parayı kuşkusuz zorla kabul ettirebiliyordu, ama uluslararası büyük tacirlerin verdikleri değere göre belirlenen paranın kurunu zorla kabul ettiremiyordu.

  • Meşruti Monarşi (Parlamenter Sistem)

    İktidar yönetiminin hükümdarın yanında bir meclis tarafından paylaşılmasıdır. Birçok ülkedeki toplumsal ve siyasal gelişmeler özellikle 18. yüzyıl sonlarında meşruti yönetimlerin doğmasına ortam hazırladı. Hükümdarın bu koşulsuz gücü yazılı bir Anayasa ile tanımlanmış ve sınırlandırılmıştır. Bu yönetim şekli demokratik yönetime yakın özellikleri içermektedir. Kral devletin simgesi olarak kalır, ancak yürütme yetkisini bir hükümete bırakır. Hükümet de halk tarafından seçilmiş bir millet meclisinin kararlarına uymaya zorunludur. Bu yönetim şeklinin uygulandığı bazı devletler Danimarka, İngiltere, İsveç ve Belçika’dır. Avrupa’da mutlakiyetçi kraliyet rejiminden parlamenterizme geçiş, İngiltere’de başlamıştır. Kıran kırana geçen siyasi mücadelenin sonucunda İngiliz soylular, Kral Yurtsuz John’a 1215 yılında Manga Carta (Büyük Ferman) adı verilen bir fermanı kabul ettirerek, parlamento yönetimini kurdular. Kurulan meşruti yönetimlerdeki parlamenter sistem bazen işletilerek, bazen de askıya alınarak 17. yüzyıla kadar gelebildi. 17. yüzyıl mutlakiyetçi yönetimlerin özgürlükçü kitlelerle olan savaşına şahit olmuştur.

    Kral I. Charles’ın parlamentonun fikrini almaksızın İspanya ve Fransa’ya savaş ilan etmesi ve bu savaşların maliyetini karşılayabilmek için vergileri arttırması üzerine, İngiliz Parlamentosu 1628 yılında Haklar Bildirisi (Petition of Rights) adı verilen belgeyi yayımladı. Bu bildiride, kralın yetkileri sınırlanarak hukuksal süreçten geçmeden kralın kimseyi suçlayamayacağı, cezalandıramayacağı ve orduyu halka karşı kullanamayacağı belirtiliyordu. Kral buna tepki göstererek parlamentoyu dağıttı. Ancak, vergi izni alabilmek için 1640 yılında parlamentoyu tekrar toplamak zorunda kalmıştır. Parlamenter rejimin doğduğu ve günümüzde uygulanmaya devam edilen İngiltere’deki Parlamenter rejime “Westminster Modeli” adı verilmektedir. İngiltere’de uygulanan bu modelde yasama erki halkın temsilcilerinin oluşturduğu yasama organında vücut bulur. Bu erk başka hiçbir kurum tarafından paylaşılamaz. Üstelik, serbest ve adaletli seçimlerle temsilcilikleri yetkileri onaylanan milletvekillerinin halk adına siyasal karar alma yetkisine meşru olarak sahip olan tek heyettir. Dolayısıyla, halkın temsilcisi konumunda bulunan parlamento, her türlü konuda meşru otoriteye dayalı karar alma yetkisine sahiptir. Onlar, ancak seçim döneminde halka siyasal kararları dolayısıyla hesap verirler. Alınan kararların kaldırılması veya yerine yeni kararların alınması bir dönem sonra seçilecek olan temsilcilerin görevidir. Bu uygulamada halkın siyasal sistemin yönetimine doğrudan doğruya bir etkisi yoktur; halk kararları ancak dolaylı olarak etkiler. İngiltere’deki parlamenter sistemin özellikleri şunlardır:

    1.Yasama organı iki meclisli olup alt meclis siyasal egemenliğin kullanıcısı durumundadır.

    2.Parti hükümeti esastır ve yürütme gücünü kullanan başbakan ve bakanlar kurulu, aynı zamanda yasamayla kaynaşmıştır ve onu etkisi altında tutar.

    3.Bu parlamenter rejim iki partili bir parti sistemine dayalı olarak çalışır.

    4.Sağ-sol ayrımı sosyal sınıf esasına dayalı tek bir boyuttan ibaret bir yalınlık içerir.

    5.Seçim sistemi dar bölge ve çoğunluk esasına göre düzenlenmiştir.

    6.Merkezi ve üniter bir yönetim sistemi egemendir. Yazılı olmayan, hatta bazı düşünürlere göre mevcut olmayan, bir anayasaya göre, tamamen yasama egemenliğine ve münhasıran temsili olan bir demokrasi anlayışına göre yönetim Westminster sisteminin esaslarını içerir.

  • Westminster Parlamenter Sistemi

    Teknik anlamda Westminster modeli bir demokrasinin birbiriyle ilişkili bazı temel unsurlara sahip olduğunu belirtebilir. Söz konusu modelin ilk önemli unsuru yürütmenin gücünün bir noktada toplanmasıdır. Bu modelde hükümetin en güçlü organı kabinedir. Ve kabine genellikle mecliste çoğunluğu elinde tutan partinin üyelerinden oluşur. Kabine çok ezici olmayan bir çoğunluğa dayalı, onun çıkarlarını gözeten ve onun temsilciliğini yapan bir kimlik taşır. Azınlık ise iktidarın dışında kalarak muhalefet rolünü oynar. İlk unsurla yakından ilişkili olan ikinci unsur iktidarın birleşmesi ve kabinenin üstünlüğüdür. Kabinenin üstünlüğü çoğunluk ilkesinin mantıksal bir uzantısı olarak görülebilir. Sistem her ne kadar parlamenter bir sistem olarak bilinse de kabineyi oluşturan parti parlamentonun da çoğunluğunu teşkil ettiğinden yasama ve yürütme bir anlamda birleşmiş olmaktadır. Duverger’in de belirttiği gibi gerçekte İngiliz rejimi bir güçler dengesi sisteminin bütünüyle tersidir. Parlamentoda salt çoğunluğu tutan parti, dolayısıyla da hükümet başkanı sınırsız yetkileri elinde bulundurur. Üçüncü unsur politik parti sistemiyle ilgilidir. Her ne kadar çok partili politik sistemler demokratik bir rejim açısından hayati öneme sahip olsalar da pratikte yani demokratik sistemin işleyişinde politik partilerin sahip oldukları önem derecesine göre parti sistemleri de değişebilmektedir. Westminster Demokrasi Modelinde iki partili bir sistem hakimdir. Bu sistemde birçok parti seçime katılabilme ve hatta parlamentoya girebilme imkanına sahip olsalar da politik yaşam iki parti ekseninde işler.

    Westminster modeli, demokraside parti sisteminin bir başka özelliği ise tek boyutlu olmasıdır. Politik partileri birbirinden ayıran şey sağ ve sol yelpaze uyarınca sosyo-ekonomik politikaların ne olacağı unsurudur. Örneğin İngiltere’de işçi partisi ortanın solundaki tercihleri muhafazakar parti ise ortanın sağındaki tercihleri simgeler. politik partilerin sosyo-ekonomik politikalarına göre farklılaşmasının temelinde etnik, dinsel ve benzeri konulardaki görüş ayrılıklarının politik bir öneme haiz olmayacak bir mahiyete sahip olmaları yatmaktadır.

    Dördüncü unsur seçim sistemiyle ilgilidir. Westminster modeli bir demokrasinin tipik seçim sistemi çoğunlukçu sistemidir. Bu sistem uyarınca çoğunluk oylarını alan ya da eğer bir çoğunluk yoksa en çok oyu alan adayın seçimi kazanması söz konusudur. Çoğunlukçu seçim sistemi bir anlamda Anglo-Saksın dünyanın demokrasi anlayışının bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Kıta Avrupası’nın akılcı demokrasi anlayışının tersine daha önce de belirtildiği gibi deneyci demokrasi anlayışında önemli olan sistemin istikrar işleyişidir. Bu anlamıyla katıksız temsil demokrasinin bir ölçütü olarak telakki edilmez. Oysa akılcı demokrasi kavramlaştırmasında hali hazırdaki demokrasi işleyişine göre değil de değerlendirildiği için çoğunlukçu seçim sistemi demokratik sistemin meşrutiyetini zayıflatan bir teknik olarak görülür.

  • Monarşi İle Yönetilen Ülkeler

    1.Avustralya

    2.Bahamalar

    3.Bahreyn

    4.Belçika

    5.Belize

    6.Bhutan

    7.Birleşik Arap Emirlikleri

    8.Brunei

    9.Büyük Britanya

    10.Danimarka

    11.Fas

    12.Grenada

    13.Hollanda

    14.İspanya

    15.İsveç

    16.Jamaika

    17.Japonya

    18.Kanada

    19.Kuveyt

    20.Lesotho

    21.Liechtenstein

    22.Lüksemburg

    23.Monako

    24.Malezya

    25.Nepal

    26.Norveç

    27.Papua Yeni Gine

    28.Solomon Adaları

    29.Suudi Arabistan

    30.Svaziland

    31.Tonga

    32.Umman

    33.Ürdün

    34.Vatikan

    35.Yeni Zelanda

İlginizi çekebilecek diğer olaylar

Biyografiler

  • Niccolò Machiavelli CV
    BİYOGRAFİ
  • Elvis Presley CV
    BİYOGRAFİ
  • Marco Polo CV
    BİYOGRAFİ
  • Karl Marx CV
    BİYOGRAFİ
  • Mao Zedong CV
    BİYOGRAFİ
  • Napolyon Bonapart CV
    BİYOGRAFİ
  • Ömer Hayyam CV
    BİYOGRAFİ
  • Franklin D. Roosevelt CV
    BİYOGRAFİ
  • Salvador Dali CV
    BİYOGRAFİ
  • Alexander Graham Bell CV
    BİYOGRAFİ
  • Marilyn Monroe CV
    BİYOGRAFİ
  • Adile Naşit CV
    BİYOGRAFİ
  • VII. Kleopatra CV
    BİYOGRAFİ
  • Benjamin Franklin CV
    BİYOGRAFİ
  • Henry Ford CV
    BİYOGRAFİ

Tarihiolaylar.com internet sitesinde bulunan bütün içerikler Tarihi Olaylar editörleri tarafından hazırlanmaktadır. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Copyright 2024 - Tüm Hakları Saklıdır.