drwail
zeka
En Beğenilen Yazar Sırası
:
12
Toplam Başlık Sayısı
:
7
Toplam Puanı
:
103
Toplam Giri Sayısı
:
92
Bu Ayki Puanı
:
4
En Aktif Yazar Sırası
:
11
Avrupanın İnteraktif Tarih Haritası
bjornzkan
Avrupaya insan göçü
Avrupaya ilk insan girişi yaklaşık 50.000 yıl önce orta doğu yoluyla afrika'dan oldu. milattan önce 10.000'e kadar kıtanın çoğuna yayıldılar. Avrupalı insanlar türdeşti geniş bir ağ biçiminde
farklı kabileler halinde yaşıyorlardı fakat henüz uluslara bölünmemişlerdi. Onları asyalı ve afrikalı akrabalarından ayıran tek şey soğuk iklime bağlı olarak genetik değişme gösteren derileri, yani deri pigmentasyonuydu.
Tarım Devrimi
Tarım, orta doğu'dan yunanistana yaklaşık olarak milattan önce 7000 civarlarında yayıldı. avrupanın geri kalanına ise milattan önc 2000 e kadar yayıldı. Bu yayılma nüfus patlaması, ortak ticaret ve toprak sahipliği kavramları ile sonuçlandı
Minos Medeniyeti (MÖ 2700-1450)
Girit adasında oldukça gelişmiş bir toplum. üretim ve ticaret ile uğraşmışlardır.
eşit varlık dağılımını ve kadın-erkek eşitliliğini destelemişlerdir.
Minoa medeniyeti, sebebi bilinmemekle birlikte 1450 yılında grekler tarafından yıkılmıştır.
Grekler
M.Ö 1450
Grekler girit adasını işgal ederek minos medeniyetine son verdi. 1125 yılındaki kıbrıs adasının işgali ile bu iki ada kalıcı olarak kültür ve genetik hatlar itibariyle grek kültürüne asimile edildi.
M.Ö 1500
Antik grek kültürü ve dili, grek etnik grubunu şekillendiren ön-hint-avrupa dil ailesinin güney balkan yarımadasında kollara ayrılmıştır.
M.Ö 1100-750 arası Grek Karanlık Çağı
Gelişmiş grek medeniyeti savaş istilası ve açlıktan dolayı yıkıldı. şehir devletlerinden sofistike grek medeniyeti ufak köylere dönüştü. Sanat, yönetim, akademi tarım ve ticaret gibi uğraşlar oldukça geriledi.
Yunanlılar neden avrupanın en sofistike medeniyeti oldu?
Gelişmiş medeniyetler olan günümüz türkiye sınırlarında kurulmuş hitit medeniyeti ve günümüz suriye-mısır sınırları içinde kurulmuş fenike medeniyetine yakın olmaları. Akdeniz'in doğu kıyılarındaki vereketli topraklar yunanlıların büyük ve çeşitli kültürlerle iletişim içerisine girmesine olanak sağladı. Nerede ticaret yapmışlarsa oralarda birşeyler öğrenmişler ve kendilerini büyük bir gelişim sürecine itmişlerdir.
kore savaşından sonra Kuzey kore ekonomik anlamda dibe vurmuşken güney kore nasıl patladı
armin
Hep merak etmiştim, Kore savaşından sonra sıfır ekonomiyle ayrılan Kuzey ve Güney kore iki kutba ayrılmıştı. 5 parasız bir şekilde. Peki nasıl oldu da güney kore ekonomik olarak bir anda dünya devi oldu? yatırım aldılarsa nasıl aldılar? ne yaptılar? Çok ilginç bir cevabı var.
Kore savaşından sonra 5 parasız ayrılan Kuzey ve Güney Kore'de, Güney Kore yetkilileri kendi aralarında şu fikre sahip olmuşlardır "Şu an savaştan çıktık ve 5 paramız yok. Özel sektör yatırımlarına izin verirsek olmayan paramızı da denemelerle harcarız ve ekonomik olarak asla yükselemeyiz. Bu nedenle var olan kısıtlı bütçemizle hükümet kaynaklı 10'a yakın sanayi firması kuralım ve tüm bütçemizi bunlara yatıralım. Eğitimi bu firmalara göre düzenleyelim. Her mezun olan kişi bu şirketlerde çalışsın ve bu insanları şirketlerin ihtiyaçlarına göre eğitelim. Hem işsizliği sonlandırmış hem de nitelikli çalışan üretmiş oluruz"
İşte bu mantıkla Güney Kore savaştan çıktıktan sonra Hyundai gibi Gemi, vagon üreten ağır sanayi firması kurmuşlar, Samsung gibi bilişim devlerine yatırım yapmışlardır. Üretip üretip ihraç etmişler, bu şirketlerin ihtiyaçları olan kişileri eğitmişler ve ekonomiyi çok kısa süre içerisinde zirveye taşımışlardır. Sonra da serbest ekonomiye imkan tanımışlar ve şirketleşmeye başlamışlardır. Şu anda dünyanın en zengin ülkesi olmasının sebebi de buymuş. Bir dipnot daha vereceğim 100 yıl önce İsveç de aynı sistemi kullanmış. Yiyecek yemek bulamayan 3 öğün patates yiyen İsveç halkı gemilerle Amerika'ya göçermiş. Çeliği işlemeye başladıktan sonra Güney Kore'deki sistemin aynısı önce İsveç'te uygulanmış ve İsveç de ekonomisini sıfırken bu şekilde zirveye oturtmuştur.
Robert Fulford İslam Üzerine Yazısı
sotarih
A millennium ago, in the last days of the year 999, civilization was following a clear course. An objective student of history, if there had been such a person, could have told you with certainty where the future of world politics lay: with Islam. It was an unstoppable force and would eventually control the known world, including whatever parts of Europe it chose to occupy.
The Muslims had energy, confidence and imagination. Their society, born on the edge of the Arab lands less than four centuries before, was far superior to Christian Europe's. Bernard Lewis, the great historian of Islam, has written that the Muslims of those days "neither feared nor respected the barbarous individuals of northern and western Europe, whom they saw as uncouth primitives." Such things are hard to compare, but Islam at the year 1000 was probably the most sophisticated and cosmopolitan civilization that had so far developed anywhere.
So how did it come to pass that Christian Europe (and the colonies it established in America) eventually dominated the world? What started out as Islam's millennium became Europe's instead. In history there are few dramas so compelling, and so unexpected. In geopolitics, this was the greatest surprise of the second millennium.
The Muslims of 1000 were more literate by far than the Europeans, and they were better at astronomy, medicine, engineering, geography and mathematics ("algebra" is an Arabic term). Their architecture and their gardens were more impressive than anything Europeans would imagine for centuries. And the Muslims were well established in Europe. Cordova, their capital in Spain, was the richest European city, a place of magnificent palaces and mosques.
Islam's claim on the future remained valid for centuries more. As Europe grew more powerful, so did Islam. The age of Islamic military conquest lasted until 1669, when the Ottoman Empire, after a long war, took Crete from the Venetians. That turned out to be its last acquisition. Fourteen years later, it was evident that history was reversing itself. In 1683, the Ottomans, after trying to conquer Vienna for 60 days, withdrew in disarray. The fighting that followed destroyed much of their army and crippled the military wing of Islam. From the Muslim point of view, Europe soon ceased to be an invasion target and became an alien force whose armies and cultures began to trespass on the Arab lands. What happened? It's not entirely clear.
It was obvious in retrospect that power was shifting long before the siege of Vienna. Perhaps 1492 was the key year. Granada, the last Islamic city in Spain, surrendered to Christian armies in January, and before the year was over Columbus had arrived in America and made Europe's expansion across the Atlantic possible. Eventually, America enriched Europe to an extent that Islam could not equal.
But we might have expected (given the state of play in 1000) that the Muslims would be the first to see America. What pushed Europe ahead? Culture was the crucial factor. If we define culture to include religion and ideas, then it was culture -- not productivity, markets or military force -- that determined the fates of these empires.
Islamic and Christian thinkers approached reason in different ways. Islam (the word literally means "submission to God") accepted the world as God had made it. While Muslim thinkers did not necessarily expect to understand reality in rational terms, Christians developed a high esteem for reason and high hopes for what it might accomplish.
In the late Middle Ages and the Renaissance, Christian thinkers combined Greek natural philosophy, Roman private law and Christian theology. They came to believe that reason has its own priorities and deserves its own independent institutions, notably universities. In these institutions it became possible, sometimes, to encourage heresy and innovation, which can amount to the same thing.
Late in the Renaissance, a form of heresy, Protestant Christianity, became a progressive force. Martin Luther, whatever he intended to do, wrenched daily life out of the hands of religion. Islam had no Martin Luther, nor is such a person quite imaginable.
The West came to believe that an idea might have value on its own, whatever its origins. So Europe could absorb and use whatever Islam created. Islam, however, viewed the inventions of the West with suspicion. The classic case was the printing press, which Islam vigorously resisted. In 1485, a decree by the Ottoman sultan, Beyazid II, banned this new invention, on the grounds that it would be sacrilegious to use the Arabic language in mechanical equipment.
The Koran and Arabic were so closely entwined that the language itself demanded pious treatment, which it wasn't likely to get from printers. Furthermore, printing threatened Islamic calligraphers, who became its powerful enemies. Jewish publishers could operate in Turkey only so long as they did not use Arabic. Printing in Arabic was illegal until the first half of the 18th century, and even then it grew slowly. When Napoleon arrived in Egypt in 1798, Cairo had no presses. By then, European thinkers had been educating one another through books for more than two centuries.
How far did Islam fall? It lost the ability even to name its section of the world. In 1902, an American naval historian, A.T. Mahan, called the area between Europe and East Asia "the Middle East," a term that could have been invented only by someone who thought Europe the world's core. That demonstrated the widespread belief that the Arab lands now contained a marginal civilization, significant only as it related to the true centre. Through much of this century, "Middle East" has been the common term all over the globe, even inside the region itself.
It wasn't apparent until the 1960s that Islam could be reinvigorated. Recent decades have brought an Islamic resurgence powerful enough to influence world politics and make the conflict between Islam and the West an issue once again. But that's another story, to be told in another millennium.
Return to the List of Robert Fulford's Columns
http://www.robertfulford.com/Islam.html
Osmanlı İmparatorluğunda Yahudilerin Tarihi
insearchofsunrise
Öncelikle şunu belirtmek lazım: Osmanlı Devleti Yahudilerin Dünya üzerinde en rahat yaşadığı yerlerin başında gelir. Osmanlı'dan önce yahudilerin yaşam hakkı bile sınırlıydı.
Şimdi başlayalım Osmanlı'daki Yahudilerin durumuna.
Yahudiler Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans)'dan önce bile anadoludalardı. Nadoludaki tarihlerinin M.Ö 4. yy'a kadar dayandığı söylenir. Selçuklu Devleti Yahudilere kucak açmış vergi karşılığında onların Anadolu'da barınmasına izin vermişti. Osmanlı devleti kurulduktan sonra ise Bursa'nın fethi ile birlikte Yahudilerin bu topraklara geri gelmesine izin verildi ve burada özgür bir şekilde yaşam sürdüler. Mal mülk sahibi oldular.
Osmanlı Devleti gerçek anlamda Yahudilerle ilk defa İstanbul'un fethinden sonra iç içe oldu. Anadolu topraklarını ele geçiren Osmanlı bu topraklarda var olan Yahudilerle iç içe bir yaşam sürmek durumunda kaldı.
Yahudiler o dönem Rumca konuşuyorlardı ve bu Yahudilere Romanyot denirdi.
Yavaş yavaş Osmanlı vatandaşı olan Yahudiler buradaki yaşamın rahatlığını diğer Yahudilere de anlatınca Avrupa'dan kovulan yahudiler teker teker Osmanlı'ya gelmeye başladılar.
Öte yandan Fatih Sultan Mehmed de Yahudilere çok güveniyordu. İstanbul fethedildiğinde Haliç neredeyse Yahudi egemenliğindeydi. Fatih Anadoludaki Yahudi cemiyetlerine de mektup göndererek oradakileri de İstanbul'a çağırdı. Gerçi Fatih Suktan Mehmet İstanbul'un kuşatılması sırasında yahudilere "Eğer yardım ederseniz, din ve vicdan özgürlüğünüz olacak, sinegoklar onarılacak" demişti ve sözünü de tuttu. Hatta bir süre sonra Yahudileri belirli vergilerden de muaf tuttu. Fatih'e göre Yahudiler Hristiyanlardan daha yakındı bize.
1470'de Bavyera Kralı bile ülkelerinden kovmuştu Yahudileri onlar da Osmanlı'ya geldiler.
1492 yılında ise II. Bayezid İspanyolların elinden kaçan büyük bir Yahudi kafilesini Osmanlı'ya kabul etti. Ve bunları yükselme döneminde Osmanlı için kalifiye eleman olarak nitelendirdi ve kritik yerlerde görevlendirdi. Hatta II. Bayezid şu ünlü sözlerini söyledi
« Bu Krala (Ferdinand) nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz?
Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor. »
Nitekim de öyle oldu. Barut imalata ve top dökümü konularındaki uzmanlıklarını Osmanlı'da değerlendirdiler ve bu şekilde Osmanlı donanması çok güçlendi.
Tüm Avrupa Yahudileri kovuyordu. 1497'de de Portekiz 4-14 yaşları arasındaki tüm çocukların vaftiz edilerek Hristiyanlaştırılacağını belirtmişti. Bu da Yahudilerin dinlerini yaşayamaması demekti. Onlar da soluğu Osmanlı'da buldular.
Özellikle 15. ve 16. yy'ın Osmanlı'nın yükseliş dönemi olduğunu da göz önünde bulundurursak Yahudiler için Osmanlı o dönemler yeryüzündeki en kıymetli yerdi.
Osmanlı'ya da faydaları olmadı değil. Mesela Osmanlıya ilk matbaa'yı Yahudiler getirdi. Daha sonra Osmanlı'da devlet makamlarında da yükselmeye başladılar. Aslen bir harmoni mevcuttu. Rahat bir şekilde bir İslam devletinde dinlerini yaşıyorlardı.
Osmanlı Yahudiler için sanki bir kurtuluştu, Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı fethettiğinde Yahudiler Osmanlı'yı ayakta karşıladılar. Yavuz Sultan Selim, Yahudilere o kadar güveniyordu ki sarayın mali işlerini, hatta para basımını bile Yahudilere bırakmıştı.
Kanuni döneminde de Osmanlı'ya müthiş bir sevgi vardı. Kanuni Macaristan'ı fethetmeye gittiğinde ülkede sadece Yahudiler kalmıştı, diğer herkes göç edip ülkeyi terk etmişti. Ama onlar da kendilerine verilen görevleri yaptılar. Yolsuzluk yapanı Devlete bildirdiler, imparatorluğun çıkarları için çalıştılar. O dönem yahudilerinin bugünkü İsrail hükümetinin başındaki yahudilerle alakası yoktu.
16. yy'da da bu durum böyle devam etti. Hristiyanların fethettiği her yerden Yahudiler kaçıyor, Osmanlı'ya geliyorlardı. Yahudiler resmen Papa'dan nefret ediyordu.
Kanuni Kudüs'ü fethettiğinde de derin bir nefes aldılar.
Hatta eski diplomat Abba Eban, Mon Peuple adlı kitabında şöyle der:
« İranlılardan, Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye lâyık görülen Kudüs ve Yahudi halkı, Ancak Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethetmesinden ve bu fethin Kanuni tarafından takviye edilmesinden sonradır ki, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendi. »
Bunun üzerine Kanuni'nin Kudüs duvarlarını tamir ettirmek için Mimar Sinan'ı görevlendirmesi ise Yahudilerin gönlünü feth etmiştir. Yahudiler Kanuni'ye gönülden bağlanmışlardır. Hatta hala İsrailliler bile o dönemden dolayı minnnettarlıklarını sunarlar.
Herşey çok iyi gidiyordu, ta ki Sokullu Mehmet Paşa hançerlenip öldürülünceye kadar. Şimdi işler değişecekti...
İngiltere Tarihi
drwail
Anglosaksonlar 6 ve 7. yüzyıllarda birbirine rakip küçük krallıklar kurdular. 8. yüzyılda Roma İmparatorluğu ve İrlanda’nın etkisiyle Hıristiyanlığı kabul ettiler. 795’te başlayan İskandinav istilası 11. yüzyılın başına kadar birkaç defa tekrarlandı. Danimarkalı Büyük Knud, Büyük Britanya adasını tamamen fethetti. Anglosakson hanedanından Edward (1042-1066) Ingıltere'nin bağımsızlığını sağladı.
1215'de İngiltere Kralı John'a karşı ayaklanan asiller bu krala zorla Magna Carta adlı bir belge imzalatıp ilk defa o zamana kadar ancak tanrıya karşı yetkileri olduğu kabul edilen kralın halka karşı yetkileri de olduğunu kabul ettirmişlerdir. Bu belgenin insan haklarıyla ilgili ilk yazılı antlaşma olduğu kabul edilir.
Daha sonra 14 ve 15. yüzyıllarda İngiltere Krallığı birtakım sosyal, dini, siyasi karışıklıklara sahne oldu. 1349'da İngiltere'ye gelen "Kara Ölüm" adı verilen Büyük Veba Salgını İngiltere nüfusunun çok büyük bir oranının ölmesine, şehirsel ve kırsal nüfusunun önemli kısımlarının kaybolup ülkenin sosyal ve ekonomik hayatının yeniden değişik kurumlarla yenileşmesine neden olmuştur. 1455-1487 döneminde York Hanedanı taraftarları ile Lancaster Hanedanı taraftarları arasında çıkan iki tarafın amblemi Yorkluların "beyaz gülü" ve Lancasterlıların "kırmızı gülü" dolayısıyla Güller Savaşı adını alan iç savaş İngiltere'yi çok etkilemiştir. Bu savaş sonunda Lancasterlılar galibiyet elde etmiş ve Tudor Hanedanı İngiltere Krallığı'nı eline geçirmiştir.
Rus Uykusuzluk Deneyi (+18)
insearchofsunrise
Anltılana göre deney şöyledir:
Denekler 2. Dünya Savaşı’nda düşman olarak kabul edilmiş politik tutsaklardı. Oksijen seviyesinin dikkatlice kontrol edildiği odalarda kalıyorlardı. Kamera sistemleri kapatılmıştı, yani onları izleyebilmek için sadece mikrofonlar ve 5 inçlik kamara penceresine benzeyen gözlem camları vardı. Oda kitaplarla, yataksız karyolalarla, su ile, ayrıca 5′ine de 1 ay yetecek kadar yiyecekle doluydu.
İlk 5 gün her şey iyi gidiyordu; denekler 30 gün boyunca uyumadan teste dayanırlarsa serbest bırakılacakları konusunda anlaşmılardı. Günden güne onların her hareketlerini ve aktivitelerini izlerlerken, zaman geçtikçe, geçmişlerindeki travmatik olayları konuştuklarını fark ettiler. 4 gün boyunca bu durum giderek karanlık bir hal aldı.
5 günden sonra, Koşullar hakkında şikâyet etmeye ve onları yönetenlerin nerede olduğunu araştırmaya başladılar. Birbirleriyle konuşmayı kestiler ve mikrofonlarla tek taraflı camlara fısıldamaya başladılar. İşin garibi, bu deneyi diğer deneklerin üzerlerinden kazanabileceklerini düşünmeye başladılar. Araştırmacılar başta bunun gazın bir yan etkisi olduğunu düşündüler.
9 günden sonra ilk denek çığlık atmaya başladı. 3 saat boyunca, odanın içinde koşarak bağırdı. Denek bağırmaya devam ediyordu ama çoğu zaman çıkan ses gürültüden ibaretti. Denek hiç bir şey söylemeden bağırıyordu. Araştırmacılar, deneğin ses tellerini parçaladığını ileri sürdüler. Daha ilginç olan şeyse diğer deneklerin buna nasıl tepki verdiği, ya da tepki vermedikleri idi. İkinci denek de çığlık atmaya başladı, geri kalanı ise mikrofonlara fısıldamaya devam etti. Diğer çığlık atmayan denekler kitapları parçalara ayırdı, sayfaları tek tek yüzlerine sürüp sakince gözlem camlarına yapıştırdıklarında, çığlıklar hemen kesildi.
3 gün daha geçti. İçerideki 5 deneğin sesi kesildiğinde araştırmacılar mikrofonların çalışıp çalışmadığını kontrol etti. Mikrofonlarda sorun yoktu. Odadaki oksijen seviyesi, hepsine yetecek düzeydeydi. 5 denek ağır egzersizler yapınca oksijen seviyesi düşüyordu. 14. günde araştırmacılar deneklerden hiç bir veri alamayınca odaya girmeye karar verdiler. Onların ölmüş olmalarından endişeleniyorlardı. Veya bir tür bitkisel yaşama girdiklerinden…
Anons ettiler: “Mikrofonları kontrol etmek için içeri giriyoruz, kapılardan uzak durun ve yere yatın. Aksi hâlde vurulacaksınız. İtaat edeninizden birisi özgürlüğüne hemen kavuşacak.”
İçeriden sakin bir Ses cevap verince şaşırdılar: “Artık özgür olmak istemiyoruz.” Askeri güçler ve araştırmacılar arasında bir tartışma patlak verdi. Daha fazla tepki alıp kışkırtmamak için 15. günün gece yarısı odanın kapısının açılmasına karar verildi. Oda birden temiz havayla doldu ve uyarıcı gaz dışarı boşaldı. Mikrofonlar anında çalışmaya başladı. 3 farklı ses yalvarmaya başladı; dışarıda onları bekleyen aileleri, sevdikleri olduğunu yakarıyorlardı. Askerler denekleri almak üzere odaya gönderildi. Şimdiye kadarki en yüksek çığlık, içeriye giren askerlerden geldi. 5 denekten 4′ü hâlâ yaşıyordu, tabii buna yaşamak denirse.
Yiyecek erzaklarına çok dokunulmamıştı.Deneklerden birisi ölmüştü. Kalçasında ve göğsünde topat topak et doldurulmuştu. Odanın ortasındaki giderin üstünde duruyordu, suyun geçmesini engellediği için oda 4 inç suya kaplanmıştı. Su sandıkları sıvının kan olduğu o an farkedilemedi. “Kurtulan” 4 deneğin sakalları uzamış, derileri adeta paramparça olmuştu. Tırnaklarındaki parçalar bu yaraları kendilerinin yaptıklarını gösteriyordu, araştırmacıların düşündüğü gibi dişlerle değil… Yaralar ve oyukların açıları, konumları hepsini kendilerinin yapmadığını gösteriyordu. Birbirlerine de saldırıyorlardı.
4 deneğin de karın bölgesindeki organlar ve kaburgaları hemen hemen yok gibiydi. Kalp, akciğerler ve diyafram yerine, deri ve kaburgaya bağlı kasların çoğu akciğerlerle beraber göğüs kafesinin dışına sarkmıştı. Kan damarları ve organlar sağlam kalsa da, diğerlerini çıkarıp yere atmışlardı. Fakat denekler hâlâ ”yaşıyorlardı”. Dördünün de sindirim sistemleri çalışıyordu. Günler sonra istifra ettiklerinde, aslında yediklerinin kendi etleri olduğu ortaya çıktı. Çoğu asker Rus özel servisinde çalışmıştı fakat hiçbiri odaya girip denekleri kaldırmaya cesaret edemedi. Askerler odadan çıkarılmaları için yalvarıp bağırırken gaz geri geldi, uykuya daldılar…
Deneklerin odadan çıkarılmamak için verdikleri mücadele herkesi çok şaşırttı. Bir Rus asker boğazına saldırılması sonucu öldü, bir diğeri ise testisleri koparıldığı ve bacağı deneklerden birinin dişleriyle kemirildiği için yaralandı. Diğer 5 asker ise hayatlarını intihar ederek kaybettiler.
Yaşayan 4 denekten birinin dalağı patladı ve dışarı doğru kanamaya başladı. Tıbbi araştırmacılar onu sakinleştirmeye çalıştılar ama bu imkansızdı. Bir insanın alabileceği mofinden daha fazla almasına rağmen hâlâ köşeye sıkışmış bir hayvan gibi mücadele ediyordu. Bir doktorun kolunu ve kaburgasını kırdı. Deneğin dolaşım sisteminde kandan çok hava vardı. Kalbi durduğunda bile bağırmaya devam etti 3 dakika boyunca kendini dövdü. Herkese saldırıp “Daha fazla!” kelimelerini tekrar ederken gittikçe güçsüzleşti, yavaşladı ve sessizce yere yığılıp hayatını kaybetti.
Sağ kalan 3 denek tam donanımlı bir tıp merkezine taşındı. Sağlam ses telleri olan 2 denek uyanık kalabilmek için daha fazla gaz talep ediyorlardı. Deneklerin organlarını tekrar yerleştirme aşamasında sakinleştirici ilaçlarına karşı bağışıklık kazanmış oldukları keşfedildi. Deneklerden biri bağlanmış olduğu iplere rağmen, öfkeyle etrafa saldırıyordu. En sonunda 4 inçlik deri kelepçeleri yırtmayı başardı. Bunu yaptığında kolunu 200 poundlık bir asker sıkıca tutuyordu. Deneği sakinleştirmek için normalin üzerinde anestezi kullanıldı ve gözleri kapandı. Kalbi durmuştu… Otopsi testlerinin sonuçları kanın içindeki oksijen miktarının olması gerekenden 3 kat fazla olduğu gözlemlendi. Kasları iskeletine o denli yapışmıştı ki karşı vermeye çalışırken 9 kemiğini kırıldı.
2. Hayatta kalan ise 5 kişinin arasında ilk çığlık atanlardandı. Ses kayıtları yok edilmişti.Yalvaracak durumda değildi, tek yapabildiği kafasını düzensiz bir şekilde haraket ettirmekti. Bunlar anesteziden doğan sonuçlardı. Bir sonraki ameliyatta yeniden anestezi verildi. Organlarını yerleştirirken 6 saat boyunca hiç tepki vermedi. Bir hemşire, birkaç kez, hastanın ameliyat esnasında gülümsediğine şahit oldu. Ameliyat bittikten sonra hasta mırıldanmaya başladı. Doktorlardan biri, hastanın önemli birşey söylüyor olabileceğini var sayarak kalem ve not defterini alıp yanına gitti. Hastanın dudaklarından dökülen kelimeler sonucunda odadakilerin dehşeti katlandı: “Kesmeye devam et.”
Diğer iki deneğe de aynı ameliyatda yapıldı. İkisine de anestezi yerine onları felç eden bir ilaç verildi. Ameliyatı gerçekleştirmek imkansızdı çünkü iki hasta da gülüp duruyordu. Tekrar konuşabilecekleri zaman canlandırıcı gaz istediklerini söylediler. Araştırmacılar onlara neden kendi bağırsaklarını parçaladıklarını ve tekrar gaz verilmesini istediklerini sordular. Tek cevap şuydu: “Uyanık kalmam gerek.”
Kalan üç deneği daha sıkı bağladılar ve onlarla ne yapılacağına karar verene kadar bekleme odasına geri gönderdiler. Burada Komutan tekrar gaz verildiğinde ne olacağını merak ediyordu. Araştırmacılar buna itiraz etti ama kimse dinlemedi.
Odanın içinde tekrar mühürlenmeye hazırlanan denekler EEG monitörüne bağlıydı. Süpriz olan şey ise tekrar gaz alacaklarını duyduklarında çırpınmayı bıraktıklarıydı. Denekler uyanık kalmakta kendilerini zorluyor gibidiler. Bir tanesi mırıldanarak konuşmaya çalşıyordu. Diğer denekler kafasını yastığa dayamıyor ve sürekli göz kırpmaya çalışıyordu. EEG monitöründe görülen beyin dalgaları şaşırtıcıydı. Raporlarına bakarken bir hemşire hastalardan birisinin kafasını yastığa deydirdiği anda gözlerinin kapandığını fark etti. Beyin dalgaları direk rem uykusuna girdiğini gösteriyordu. Sonra tekrar eski durumuna döndü. Döndüğü anda ise kalbi durmuştu…
Kalan 2 denek ise tekrar mühürlenmek için çığlık atmaya başladı. Beyin dalgaları tıpkı uykudan ölen deneğinki gibi oldu. Komutan 2 deneğin tekrar mühürlenmesini emretti. Yanlarında olan 3 araştırmacıya mühürleme emiri verildi. Araştırmcılardan birisi silahını çekip komutanı vurdu. Sonra sessiz olan deneğe silahı doğrulltu ve beynini dağıttı. Silahı son kalan deneğe doğrulttu.”Bu şeylerle aynı yerde kilitlenmiyeceğim!” Adama çığlık attı. “Nesin sen!?” “Bilmek zorundayım!”
Denek gülümsedi: “Bu kadar kolaymı unutun?” “Biz siziz. Biz sizin içinizde yatan deliliğiz, her an serbest olmayı bekleyen çılgın hayvanlarız. Biz yatağınızın altında saklananlarız…”
Kaynaklar: Araştırmacı durdu. Sonra silahı deneğin kalbine doğrultup ateş etti. Denek ölmek üzereyken, “Nerde..yse .. özgür…” dedi.
Kaynak: Altıntıdır, Deepweb, Hürriyet
1979 İran İslam Devrimi
luzinmayrilicin
bölüm 3: Kuzey iran rusya'nın, batı iran ingiltere'nin. Adını da dağlara yazdım yarim Kaçar'ım...
20. yüzyılın başlarında Kaçar hanedanındaki yönetimdeki boşluk,yabancı ülkelere tanınan imtiyazlar, ülkede petrolün bulunması, rusların bölgenin topraklarına göz dikmesi, ülkedeki feodalizme benzer yapı derken ingilizlerin petrot sevdalısı desteğiyle 1906 yılında İran'da meşrutiyet ilan edildi. İlan edilen bu meşrutiyetle beraber iran birdenbire liberal, zamanının örneklerine göre çok ileride bir anayasaya sahip oldu. Devrim niteliğinde olan bu meşrutiyetle iran ilk anayasasını ve ulusal parlamentosunu ortaya çıkardı. Hatta bu anayasa o kadar fazla kapsamlıydı ki ülke sınırları içerisinde yaşayan etnik gruplardan Hristiyanlar, Zerdüştler ve Yahudiler bile resmi olarak tanınmışlardı.
Bu meşrutiyetin ilanıyla Nasıreddin Şah ve akabindeki Muzaffereddin Şah Kaçar hanedanlığı üyelerinin sahip olduğu ülke artık yoktu. Hiç bir meşrutiyetin kolay olmadığı gibi bu meşrutiyette kolay olmadı 1911 yılına kadar Muzaffereddin Şah Kaçar meşrutiyeti bir kabullenemedi, kaldırmak istedi yapamadı, rusların desteğini alarak hatta ve hatta kuzey iranı rusyaya vermesine karşılık bu harekete engel olamadı ve çareyi rusyaya kaçmakta buldu.
1911’den 1920’lere kadar I. Dünya savaşının etkisiyle Kaçar hanedanı zor dönemler geçiriyordu. 140 yıldır ülkeyi yöneten Kaçar hanedanı Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Rus askerlerinin işgal hareketlerini takiben iyice zayıflamış; ulema ve ordu saflarında yönetimde değişim istekleri ve içten içe dış kuvvetli ayaklanmalar kendisini göstermeye başlamıştı. Ülkede bu değişim beklentisini yönetebilecek ve harekete geçirecek tek oldu ise ülkenin tek düzenli yönetim birimi olan Kazak Tugayı ordusuydu.
Kazak Tugay’ının en konuşulan ismi ise komutan Rıza Han’dı. Rıza Han dönemin en düzenli biriminin etkili karakteri olarak o dönemdeki siyasetin önemli düşünürlerinin desteğini almıştı. Ama bu iş öyle içerden gıcırdanmalar, hareketlenmeler ile olacak iş değildi dışarıdan bir destek gerekiyordu. O da tabiki büyük sömürge imparatorluğu İngitere'ydi.
Osmanlının yıkılmasını hızlandıran şahsiyetler
malcolm
1.dunya savasinin gelicegini sezen abdulhamid almanlarla flort eder bakin flort eder diyorum kalkip direk muttefik olmaz flortunun amaci ingiliz ve fransizlarin gozunu korkutmaktir bana karsi is yaparsan bende hasmini yanima alirim.
abdulhamid le 2.wilhelm birbirlerine hediyeler gonderir o arada alman imparatoru 2.wilhelm abdulhamide kuduse gelmek istedigini soyler abdulhamidte tamam der.
lakin wilhelm almanyada propaganda yapmaya baslar ben kuduse atla giricem ben kudus fatihiyim diye soylemlerde bulunur. o donemde bi şehre atla girmek demek o şehrin fatihi olmak demektir. abdulhamid atla giremezsin derse dostlugu bozucagindan wilhelmle kuduse dogru yola cikarken hemen kuduse haber yollar ve yolu yikin yerine araba yolu yapin der wilhelm geldiginde arabadan inip ata binmek icin hazirlik yaparken askerler wilhelm e padisahimiz sizin icin araba yolu yapti der wilhelmde yok illede ata binicem derse bu sefer kendi dostlugu bozucagindan ata binemez.
munevver ayasli beyrutta babasi osmanli valisi alman okulunda okurken abdulhamid beyruda kiz okulu yapar.munevver ayasli o okula gecer ama hocalarin ve mudure halide edip adivarin avrupali gibi suslenme merakindan babasina beni alman okuluna geri gonder yoksa okulu birakirim der ve tekrar alman okuluna doner yani abdulhamid ne kadar biseyler yapmak istesede elinde kadro yok.
ilk tiyatro ilk denizalti ve devrin en buyuk arkeoloji muzesini acmistir halen daha ulkenin en buyugudur
abdulhamid mekke şerifi şerif huseyini ingilizler kandirmasin diye arabistandan cagirir gel bogazda otur der ve yali verir şerif huseyinin arabistana gitmesine asla izin vermez abdulhamide darbe yapilip basina itiihat teraki gectiginde serif huseyin beni gonderin arabistana der ittihatcilar gonderir ve hemen ingilizler yanina gidip onu kandirirlar seni arabistan krali yapalim oglun abdullahi urdun krali yapalim obur oglun faysali irak krali yapalim derler ve isyan baslar
enver pasa darbe yapmak icin geldiginde abdulhamid in arnavut ordusu komutani izin verin onlarin istanbula girmesine izin vermiyeyim der abdulhamid izin verse enver pasanin ordusu istanbula dahi giremiyeceklerini bilmesine ragmen(ki enver pasanin ordusu çapulcu ordusudur ermeni koylulerden felan olusur) bana ahir zamanda musluman kani doktu derler korkusuyla izin vermez ve darbe gerceklesir
abdulhamide darbe yapildiktan sonra canakkale savasi zamaninda talat pasa abdulhamidin yanina gelir ve istanbulu bosaltma karari aldiklarini ingilizlerin canakkale duserse istanbula gireceklerini soyler. devletin basini bursaya tasiyacaklarini ve abdulhamitinte konyaya gidicegini soylemek icin yanina gelir abdulhamid benim burdan ancak ölum cikar size tavsiyem istanbulu bosaltmayin burdan 1 kez cikarsak birdaha geri donemeyiz sonra ben atalarimin yuzune nasil bakarim der ve cikmaktan vazgecilir.eger cikilsaydi muhtemelem çanakkale gecilmisti hic bir asker o moralle savasamaz.
ve abdulhamid in yaptigi en zekice sey şehzadeyken asla gorusunu belirtmez sessiz sakin icine kapaniktir sadece kutuphanede takilir onun basa gecmesinide bu sessizligi saglar onu basa gecirenler bu cocuk sessiz vururuz kafasina aliriz ekmegini mantigiyla basa gecmesini saglar.ama iclerinden kendileri icin en tehlikelisini secmislerdir abdulhamid butun avrupayi parmaginda oynatir.ve sehzadeyken yasadigi bir olayi anlatayim donemin emniyet binasina girecegi zaman abdulhamid in soforu binanin guvenligine sehzadenin iceri girecegini soyler guvenlik padisahtan baskasini alamam der sofor icerdeki sehzade desede adam sehzade felan anlamam padisahtan baskasini tanimam der abdulhamid soforunu cagirir tamam der uzatmayin lakin ismini alir.ilk basta akliniza idam etmek icin ismini aldigi geldi muhtemelen fakat abdulhamid kendine bir defter olusturuyordur parayla satin alinamiyacak adamlari o deftere yaziyodur sehzadeyken kendisine kadro olusturuyodur o ismide onun icin almistir.
abdulhamid balkanlarda hristiyanlarin birlesip isyan cikaramamasi icin elinden geleni yapmistir lakin o tahttan indirildikten sonra basa gecenler hristiyanlari birlestrip balkanlari kaybetmemize sebep olmustur.bi kismi ortadoks bi kismi katolik bi kismi gregoryen nasil birlestiler bunu nasil yaptilar derseniz pasalarimiz sagolsunlar kiliseler yasasi cikarip onlarin birlesmesini saglamistir.
şuam kudusun yahudilerin eline gecememesinide ii. abdulahmid saglamistir zamaninda ruslara kuduse ortadoks kilesisi yaptirir hem ruslarla dusman olmaktan kurtulur hemde ruslar veya yahudiler kudusu sahiplenmesin diye ingilizlere ortadokslarin kilisesi var sizin neden olmasin der ingilizler seve seve kabul eder almanlara ingilizlerle ruslarin var almanlarin neden olmasin der almanlarda hemen kabul eder sonrasinda ermenilere kilise yaptirir.suan halen daha orasi karmakarisik bi durumdadir yahudiler her firsatta kudusu baskentimiz desede hristiyanlar bunu kabul etmez ayrica hristiyanlarda kendi iclerinde birlesemez suan muslumanlar olmadan kuduste bir merdiven bile kaldiramazlar oda abdulhamid in koydugu bir kuraldir
Amerika'nın Ortadoğu Politikası
insearchofsunrise
Daha sonra Sevr antlaşmasıyla Ortadoğu'nun iplerini eline geçirecek olan İngiltere'ye bir Amerikan darbesi gelmiştir. Buradan sonra anlatacaklarım benim şahsi düşüncem ve çıkarımlarımdır.
Bolşevikleri destekleyen ve komünizmi oluşturan siyonistler Sovyetlere yardım etmeye devam etmişler. Amerikan dolarını da halen basmakta olan Rothschild gibi aileler Kurtuluş savaşında da hem askeri olarak hem silah olarak hem de bence kesinlikle maddi olarak destek verip Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına yardım etmişlerdir. O dönemin şartlarında İtilaf devletlerini sıfır ekonomi ile ülkeden kovmak hiç kolay birşey değil sivil örgütlenme ile olacak birşey hiç değildir kesinlikle ben ciddi bir maddi yardım olduğunu düşünüyorum. Ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulumu ve Sevr antlaşmasının iptali ile Ortadoğunun hakimiyeti İngilizlerin elinden gitmiştir. Burada Amerikan politikası başlamıştır. Fakat Atatürk yine bence bekledikleri gibi davranmamış ve I. Dünya savaşında kaybettikleri yerleri geri almaya başlamış, hatta Musul ve Kerkük'ü de hedeflemiştir. Türkiye'nin bağımsız ilerlemesini durduramayan siyonistler veya büyük aileler Atatürk'ü ne halk darbesiyle ne de ayaklanmayla indiremeyecekleri için yine bence öldürmüşlerdir.
Bu noktadan sonra Irak, Suriye ve diğer Arap ülkelerine bölünen petroller artık İngilizlerin kontrolünden çıkmış belirli bölgelere Chevron gibi Amerikan petrol firmaları yerleştirilmiştir. Herşey tıkırında gitmektedir bölgedeki terör örgütleri petrolü devletlerden daha ucuza çıkarmaktadır. Ta ki Saddam Hüseyin'e kadar. Saddam Hüseyin hem Kürtleri hem de Iraklıları kontrol edebilen bir eski CIA ajanı olduğundan dolayı Saddam Hüseyin'den petrolü almak kolay olmamıştır. Saddam Hüseyin petrole ambargo koymuş, dolarla değil altınla satmıştır. Amerikan ekonomisi altınla petrol alırsa çökeceğini bildiğinden tek çare Saddam'ı indirmişlerdir ve bu olaydan sonra o bölgede tekrar bir idari yönetim yerine karışıklık politikasını sürdürmüşlerdir. YPG'nin çıkardığı petrolü ucuza alan Amerika halinden memnundur. Fakat bu sefer de Suriye sorunu baş göstermiş Esad petrole yarı ambargo koymuştur bu sefer aynı idaresizlik politikası Suriye'ye uygulanmıştır. Arap baharı, Suriye İç savaşı, çeşitli terör örgütlerinin hepsi ABD'ye yaramıştır çünkü ABD hem silah satıp hem de petrolü her seferinde daha da ucuza satın almıştır. ABD'nin ortadoğu politikası karışıklıktan çıkar sağlamaktan ibarettir.