-
evet şah ismail hakkında düşüncelerinizi alalım
eğer biliyorsanız şah ismail ile sultan selim arasında geçen ilginç konuşmalar ve olaylarıda anlatın -
türktür iranın ve anadolu nun bir kısmının şii leşmesine neden olmuştur
-
Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Beyazıdın oğlu Yavuz Sultan Selim 10 Ekim 1470 tarihinde Amasya’da doğmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın babası olan Yavuz Sultan Selim kulağında küpe taktığı idda edilmekte olup, bunu İslami bir gönderme ile ilgili olarak taktığı söylenirmiş, Kölelerin taktığı küpeden takarak Allahın kölesi kulu olduğunu ifade etmek için küpe takarmış.
İşte Yavus Sultan Selim Han döneminde, İran Hükümdarı Şah İsmail(daha sonra 23Agustos 1514 de Çıldıran’da bozguna uğratıyor.) kıymetli mücevher ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor. Hünkara...
Sandık açılır. Çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas kadife kumaşlar çıkar.
Fakat sandık açılır açılmaz, etrafa pek fena bir koku yayılır. Önce hiç kimse bir anlam veremez, nadide mücevherlerle dolu sandıktaki bu fena kokuya.. Sonra mesele anlaşılır.
Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmu. Yani Şah İsmail aklı sıra Cihan Padişahına hakaret ediyor.
Cihan padişahı Yavuz Sulatan Selim emir verir”Herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı’nın şanına yakışır bir şekilde mukabelede bulunmalıyız” der.
Ve çözümü yine kendisi bulur..
Aynı şekilde değerli müchevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatır. Sandığın içine, o zamanın en nefis gül kokululokumlarından hzırlanmış bir kutu yerleştirilir. Kutunun altınada bir satırlık yazıdan ibaret bir not iliştirilir.
Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonraŞah İsmail’e gönderilir. Sandık Şahın huzuruna çıkarılır. Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılır. Mücevher v.s gibi hediyeler takdim edildikten sonra, Osmanlı Elçisi Şahın tedirgin olmaması için, önce kendisi tatmak kaydıyla, büyük bir saygı ve nezaketle, Şah İsmail’e lokumdan ikram eder. Daha sonra görevliler, huzurda bulunanlara teker teker lokumu ikram etmeye başlarlar.
Şah bütün bu olup bitenden bir anlam veremez. Osmanlı Elçisi Şahın şaşkınlığını gidermek için lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazi notu uzatır.
Pusulayı okuyan Şah’un yüzünde, bu sefer, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifadesi alır;
“İSMAİL,
HERKES YEDİĞİNDEN İKRAM EDER” -
ben yavuzun küpe takma olayının çarpıtıldığını aslınd o küpeli resmin şah ismaile ait olduğunu duymuştum
-
Yavuz Sultan Selim Han, şehzadeliğinde Trabzon valisiydi. Osmanlı Devletinin komşusu İran’daki Safevi hükümdarı Şah İsmail’in kendileri için büyük bir tehlike teşkil ettiği ni yakından anlamış ve bunu defalarca İstanbul’a bildirmişti. Bununla da kalmayıp, İran’ın durumunu ve şahı daha yakından görmek için kıyafet değiştirip, gezici bir derviş gibi gizlice ve tek başına, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra İran’ın başkenti Tebriz’e geldi. Şah İsmail, satranca pek meraklı ve oyunun namlı bir ustasıydı. Her gün birkaç parti saranç oynar ve sosyal durumuna bakmadan kim isterse tereddütsüz karşılaşırdı. O güne kadar kendisini mat eden çıkmamıştı. Tabii, şaha olan korkunun da bunda payı vardı. Yavuz da büyük bir satranç ustasıydı. Yollarda gelirken ve Tebriz’de geçirdiği günler içinde Safevi Devleti hakkında öğreneceklerini öğrendikten sonra sarayın yolunu tuttu. Oraya varınca Şah ile satranç oynamak istediğini söyledi. İçeriye haber verdiler:-Bir garip derviş gelmiş, şahımızla satranç oynamah ister durur...Şah İsmail, bilhassa tanımadığı yabancılarla oynamayı severdi. Yavuz’u hemen kabul etti ve, gayet iyi konuştuğu Türkçe ile:-Derviş baba ... Kanden gelür, kande gidersün? Diye sordu. Derviş baba (!) saygı ile ve onun şivesiyle cevap verdi:-Kazvin’den gelürem, şahımın mübarek cemalini görmekliğe gelmişem-Yollarda izlerde ne var, ne yoh?-Şahımun ulu himmetü sayesinde her yirde eman, âsayiş ve seâdet olup, cümle kulların ferhundehaldur. Bu cevapların şahın hoşuna gitti:-Benümle satranç oynamah dilürsen, garşuma geç!Yavuz:-Ben şahımdan sadece oyun aparmağa gelmüşem... diyerek satranç tahtasının başına oturdu. İlk oyunda bilerek yenildi. Fakat Şahtan daha usta olduğu için ikinci oyunda onu mat etti. Şah İsmail, herkesin gözü önünde uğradığı bu yenilgiye fena halde sinirlenip elinin tersiyle Yavuz’un göğsüne bir sille vurup:-Bre Kongay Işık (Serseri Derviş), hiç şah olanlar mat olur mu? Tutalum edebin yohmuş, sultanlara riayeti de mi bilmezsün? Diye çıkıştı. Yavuz, soğukkanlılıkla cevap verdi:-Şahım, danışıklı oyundan evvel habarım olsa böyle etmezdüm.Şah İsmail derhal kendisini toparladı ve:-Şah olanlar danışıklı oynamaz, var sağlıcakla git... dedi. Yavuz sarayda ayrılıp kaldığı hana gitti. Ertsigün şah, kendisine bir kese içinde bin altın yolladı. O günü odasında dinlenerek geçiren Yavuz, ortalık karardıkta sonra dışarı çıktı, karalıkta saraya sokulup şahın ata binerken kullandığı binek taşını omuzlayıp yerinden oynata rak, keseyi taşın altına koydu ve o geceyi Tebriz’de geçirdikten sonra ertesi sabah erkenden Trabzon’a doğru hızla hareket etti. Satrançta bir garip dervişe yenilmek Şah İsmail’e ağır gelmişti. Sonunda onunla bir daha oynayıp daha da dikkatli davranarak mutlaka yenmeye karar verdi. Ayrıca rakibi nin yenildiği zaman çok sinirlendiğini gören Kongay Işık’ın onu bir daha mat etmeye cesaret edemeyeceğini de umaktaydı. Yavuz’un Tebriz’den ayrılmasından ik gün sonra şah, tekrar oyuna çağırmak için kaldığı hana bir haberci yolladıysa da , onun çoktan ayrılıp gitmiş olduğunu öğrendi. Üstelik ne tarafa gittiğini de bilen yoktu. Ancak, evvlece kendisi Kazvin’den gelmiş olduğunu söylediği için hemen o tarafa doğru hızlı süvariler çıkarıldıysa da, bunlar kendisine rastlayamadan geri döndüler. Onu ne tanıyan, ne bilen, ne de gören vardı. Ancak şahın hademelerinden biri şehzadeyi tanımıştı. Bunu, şahın yakınlarından birinin yanında ağzından kaçırdı. Şah İsmail onu hemen huzura çağırttı ve:-Benimle satranç oynayan Şehzade Selim imiş, doğru olup mu? Diye sordu.-Beli Şahım ... evvel Trabzon’da idim ve onu gördüm. -Peki ya bana neden habar etmedün?-Şehzadenin mehâbeti mani olup cesaret edemedim....................................Şehzade Yavuz Selim, uzun bir maceradan sonra 24 Nisan 1512 güün tahttan vazgeçen babasının yerine padişah oldu. Hemen, Osmanlı Devleti için en büyük tehlike olan İran üzerine sefer hazırlıklarına başladı. Nihayet büyük bir orduyla yola çıktı. 23 Ağustos 1514 günü Çaldıran’da iki ordu karşılaştılar. Savaş sonunda, mutlaka kazanaca ğını uman Şah İsmail kaybetti. Hızır adlı seyisinin kendisini feda ederek atını ona verme siyle harp meydanından kaçarak canını zor kurtardı. Yavuz daha sonra İran başkenti Tebriz’e doğrı yola çıktı. Şehre girince, şahın sarayının önüne vardı ve sırtını saray tarafına verip dört bir yanı gözden geçirdikten sonra yanında bulunan devlet erkanının yüzlerine baktı, sonunda Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağaya:-Şu kapı eşiğinde şahın ata bindiği taşın altına kendi elimle bin altın koymuştum, helal malımdır. O altınları sana ihsan ettim. Taşı kaldırıp al... dedi. Padişahın bu emri üzerine orada bulunanlar şaşırdılar. Çünkü Yavuz Sultan Selim Hanın daha önce Tebriz’e geldiğini kimse bilmiyordu. Bir an tereddüt geçiren Osman Ağa atından indi ve taşın yanına varıp altını yoklayınca hakiakten tam ayarlı bin altın buldu. Kese çürüdüğü için altınlar dağılmıştı. Hemen altınları mendiline doldurdu ve Padişahın üzengisi hizasına gelip elini öptü. Durumu daha sonra öğrenen devlet erkanı, Yavuz’un daha şehzadeliğinde İran’ı fethetmeyi planladığını anladılar. not Alıntıdır
Bu konuda 1 sayfada toplam 5 adet üst yorum vardır.