Ramazan
Bir Gün Tüm TÜRK Devletleri ile Çin Seddinde Buluşacağız.
En Beğenilen Yazar Sırası
:
6
Toplam Başlık Sayısı
:
22
Toplam Puanı
:
199
Toplam Giri Sayısı
:
46
Bu Ayki Puanı
:
-8
En Aktif Yazar Sırası
:
6
Osmanlı Ordusu'nda Deliler
Ramazan
Silah olarak eğri pala, kalkan, mızrak ve başı topuzlu gürz taşırlardı. Şalvarları kurt veya ayı derisindendi ve tüyleri dışardaydı.
Burunları sivri, arkasında uzun serihalik denilen mahmuzları olan çizmeler giyerlerdi. Atları da çok hızlı ve fayanıklıydı. Bütün bunlar, atılgan savaşma biçimleriyle biraraya geldiğinde şüphesiz düşmanları üzerinde yıldırıcı bir etki sağlıyordu.
Kalkanlarında ve sırtlarında kartal kanatları bulunması hakkında çeşitli görüşler vardı. Düşmanı korkutan görüntü yaratmasının yanında at üstünde paraşüt görevi görerek ağırlıklarını azalttığı da ileri sürüldü. Buna ek olarak başlarında benekli kurt derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir başlık bulunurdu.
Bizanslı Tarihçi Khalkokondyles delileri: '' Doğa onlara herkesin üstünde bir güç ve vücut kuvvetini ve onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde, rastlanmayan nitelikte kılış kullanma ve savaş becerisi verilmişti. '' sözleriyle anlatır.
Eski TÜRK inançlarında kutsal bir kul olarak kabul edilen kartal; gücü, çevikliği, hızı , yırtıcılığı vegöklerin kralı vasfıyla delilerin sembollerinden biri olmuş ve kıyafetleriyle teçhizatlarında kullanılmıştır.
Delilerin ordu büyüklüğü hakkında kesin bilgi yoktur. Deliler 60 kişilik '' Bayrak '' denen ocaklara ayrılmışlardı. Bir kaç ocak bir araya gelir ve bunlardan oluşan birliğe '' Delibaşı '' komuta ederdi.
''Kalpaklarımız Emir el Mü'minin Hz. Ömer'in çizmesinin koncuğudur, ocağımız da O'na mensubdur.'' diyerek ocaklarının piri olarak Hz. Ömer'i kabul etmişlerdi.
18. yüzyılda bozulmaları sonucu yönetimi altındaki beylerbeyinin görevden alınması sonucu görevlerini kaybetmişlerdir. Bu süreçten sonra köylere saldırmaya başlamışlar, eşkıyalık faaliyetleri sebebiyle 1829'da II. Mahmut tarafından dağıtılmışlardır.
Sözlük Yazarından Çanakkale Şiiri
Ramazan
Osmanlı Ordusu'nda Deliler
Ramazan
Cumhurbaşkanlığı Forsu ve Arması
Ramazan
• Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsu: Türk Bayrağı ile Cumhurbaşkanlığı Arması'nın birleşmesi ile oluşmaktadır. Türkiye'yi, Türkiye Cumhurbaşkanlığı'nı ve Cumhurbaşkanı'nı temsil eden, Türkiye'nin resmî simgelerinden birisidir.
•Tarihçe
Günümüzde kullanılan fors ve armanın kökeni, ilk kez ne zaman kullanılmaya başlanıldığı ve neye dayanarak kabul edildiğine dair resmî bir belge yoktur. Fakat tasarlayanın Mustafa Kemal olduğu bilinmektedir. Forsun kullanımına dair var olan en eski belge Mustafa Kemal'in Millî Mücadele'nin son günlerinde, Eylül 1922'de İzmir'deki bir seyahatinde çekilen fotoğrafıdır. Fotoğrafta Mustafa Kemal'in otomobiline çekilmiş hâlde görülen bir flama vardır ve bu flama günümüzde kullanılan forsun bir benzeridir. Fotoğraftaki bu flama günümüzde Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'nde sergilenmektedir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra ise resmî simgelerin düzenlenmesine gidilmiştir. Bu konuda yapılan ilk eylem 3 Mart 1924'te Abdülmecid'in forsunu kullanımdan kaldırmak olmuştur. 22 Ekim 1925’te ise cumhurbaşkanlığı forsunu resmî anlamda düzenleyen ilk belge olan Sancak Talimatnamesi yürürlüğe konmuştur. Talimatnameye göre hilâl ve yıldız bayrakta olduğu gibi kullanılıyor, güneşten çıkan ışınlar ise 20 tane olmak üzere kullanılıyordu. 18 Şubat 1978'de getirilen yeni bir düzenleme ile armada yer alan ışın sayısı 16'ya düşürülmüştür. Günümüzde yürürlükte olan 25 Ocak 1985 tarihli yasada da fors bu haliyle kullanılmaktadır.
• Cumhurbaşkanlığı Arması'nda ki 16 Büyük Türk Devleti, Hüküm Yılları Aralığı ve Kurucuları;
-> Büyük Hun İmparatorluğu (MÖ 220 - MS 216) Kurucusu:Teoman
-> Batı Hun İmparatorluğu (MÖ 48 - MS 216) Kurucusu: Pi
-> Avrupa Hun İmparatorluğu (375-469) Kurucusu: Balamir
-> Ak Hun İmparatorluğu (420-552) Kurucusu: Aksuvar
-> Göktürk Kağanlığı (552-745) Kurucusu: Bumin Kağan
-> Avar Kağanlığı (565-835) Kurucusu: I. Bayan
-> Hazar Kağanlığı (651-983) Kurucusu: Böri Şad
-> Uygur Kağanlığı (745-1368) Kurucusu: Kutluk Bilge Kül Kağan
-> Karahanlı Devleti (840-1212) Kurucusu: Bilge Kül Kadir Han
-> Gazne Devleti (962-1183) Kurucusu: Alp Tigin
-> Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157) Kurucusu: Selçuk Bey,Tuğrul Bey
-> Harezmşahlar Devleti (1097-1231) Kurucusu: Kutbeddin Muhammed
-> Altın Orda Devleti (1236-1502) Kurucusu: Batu Han
-> Timur İmparatorluğu (1368-1501) Kurucusu: TimuR
-> Babür İmparatorluğu (1526-1858) Kurucusu: Babür Şah
-> Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922) Kurucusu: Osman Gazi
Hitler'in Batmayan Gemisi: BİSMARCK
Ramazan
Hitler, ülkenin başına geçişinden itibaren Almanya, büyük bir savaşa hazırlanıyordu. Hitler bu savaşı kazanmak için devasa silahlar istiyor ve ürettiriyordu. Devrin süper gücü İngiltere ve çok güçlü donanması ile farkı kapatmak için dev bir gemi istedi. Bu gemi büyüklüğüyle düşmana korku salacak, adete tek başına bir ordu görevi görecekti. İşte Bismarck tam da böyle bir şeydi.
1. Dünya Savaşı Sonunda, Almanya'nın yenilgiyi kabul etmesi üzerine ağır şartlar içeren Versay Antlaşması'nı imzalamıştır. Versay'ın bir maddesinde, Almanya 35.000 tondan daha ağır bir gemi yapamayacaktır. Hitler'in başa geçmesiyle, Versay uygulanmaz olmuş, aksine en büyük savaş makineleri üretilmiştir. Bu makineler savaş tarihinin yönünü değiştirmiştir.16 Kasım 1935'te Blohm & Voss Şirketi ile yapılan kotratla yapımına başlanan Bismarck, 14 Şubat 1939'da denize indirilmiş ve savaş ekipmanları entegre edilmeye başlanmıştır. Testleri tamamlandıktan sonra Rheinübung Harekâtı ile ilk görevine başlamıştır.
Bismarck; Rheinübung Harekâtı dahilinde Atlantik'teki ABD-İngiltere trafiğini kesmek için Atlas Okyanusu'na göreve açılmış ve ona eşlik etmesi için Ağır Krüvazör Prinz Eugen'de görevlendirilmiştir. Atlas Okyanusu'na çıkışını engellemek isteyen Kraliyet Donanması ile Danimarka Boğazı'nda çatışmaya girmiş ve sadece 5 atışta (bazı kaynaklarda 3 atış) Kraliyet Donanması bayrak gemisi HMS Hood'u boğazın serin sularının dibine göndermiştir. Devrin en iyi donanmasına sahip olan İngiltere'nin en güvendiği gemilerden biri olan HMS Hood'u 5 atışla denize indirmiş ama kendisi batırıldığında 500 civarı isabet almış ve buna rağmen batmamıştı.
İngilizler bu gemiyi batırmadan rahat bir nefes alamayacaklardı. Bu yüzden büyük bir filoyu Bismarck'ın üzerine yolladılar ve günler süren bir kovalamaca başlamış oldu. Bu kovalamacada tek başına mücadele eden Bismarck pek çok isabet alarak hareket kabiliyeti düştü ve İngiliz Uçakgemileri tarafından ablukaya alındı. Buna rağmen İngiliz Donanması'nı kendisine yaklaştırmıyor adeta tek başına bir ordu gibi savaşıyordu. Artık dümeni de kilitlenmiş ve büyük bir daire çizerek hareket edebiliyordu.İngilizler, Bismarck'a çok yaklaşmıştı ve bu mesafeden ıska geçmek neredeyse imkânsız olduğundan İngiliz topları sürekli olarak Bismarck'a isabet kaydediyorlar her saniye değişik bir yerinde değişik kalibrede bir top patlıyordu. Aldığı top ve torpillerin (torpido) isabet etmesiyle savaş gücünü de kaybetmişti. Üzerine 3500'ü aşkın atış yapılmış ve bunlardan en az 500'ü isabet etmişti. Ama hala yüzmeye devam ediyordu. İngilizler ne yapsa onu savaş dışı bırakamıyordu.
Bismarck'ın artık topları susmuştu ama hala İngilizler korkudan gemiye yaklaşamıyordu. Bismarck'ın mürettebatı bu gemiyi İngilizler'in batırmasını veya esir almasını istemiyordu. Bu yüzden gemiyi terkederek kendileri batırdılar ve bu devasa savaş makinesinin ve destansı mücadelenin sonunu esaretle bitmesine izin vermediler. Bismarck'ın etrafında ki İngiliz Donanması ise bu efsane gemiyi saygı duruşu ile sonsuzluğu uğurlamıştı.
Peki bu efsane geminin mürettebatına ne mi oldu?
Bismarck'ın 2249 kişilik mürettabatından 800'e yakın kişi gemiyi terketmiştir. Denize atlayan bu askerleri toplama görevi Dorsetshire ve Maori'ye verildi. Denize atılan halatlar ile Dorsetshire 86, Maori 25 kişiyi topladı. Bu sırada Dorsetshire'ın kaptanı Benjamin Martin bölgede denizaltılar bulunabileceğini iddia ederek bir anda kendisine verilen kazazedeleri toplama görevini durdurarak bölgeden ayrıldı. Dorsetshire'ın ani bir şekilde hızlanıp uzaklaşması üzerine Maori'de onu takip etti. İlerleyen saatlerde Alman Denizaltısı U-74; 3 tane mürettebatı, ertesi gün hava gözlem gemisi Sachsenwald ise 2 kişiyi daha kurtardı. Bunlar, Otto Maus ve Walter Lorenzen Bismarck'tan kurtarılan son kişiler oldu. Bismarck'ın batışı ve Britanyalıların kazazedeleri denizde bırakıp gittiğinin öğrenilmesinden sonra İspanyollar Canarias Ağır Kruvazörünü bölgeye arama kurtarma çalışmalarına katılmak üzere gönderdiler. 30 Mayıs günü sadece iki ceset bulmayı başarabildiler. 2249 kişilik Bismarck Mürettebattı'ndan sadece 115 kişi hayatta kalmıştır.
İlk Kadın Hükümdar Tomris Hatun ve Destanı
Ramazan
Milattan önce 6. YY'da yaşayan İskit-Saka Kraliçesidir. Türkleri tek bi çatı altında toplayıp Turan Birliği'ni sağlayan Alp Er Tunga'nın torunudur. Ayrıca tarihte bilinen ilk kadın Hükümdardır.
Tomris Hatun Dönemi'nde Saka Devleti kendi tarihinin en parlak dönemini yaşamıştır.Tomris Hatun, bölgedeki hakimiyeti sağlamış fakat bu hiç kolay olmamıştır.Güneylerinde bulunan Pers İmparatorluğu ile amansız mücadelelerde bulunmuş, gerçekleştirdiği mücadelelerden en ünlüsü ise Pers İmparatoru Kiros ile verdiği mücadelelerdir.
İmparator Kiros sürekli olarak Saka Devleti topraklarına akınlar düzenliyor ve Saka halkına büyük kayıplar yaşatıyor. Saka Türkleri ise İmparator ile mücadeleye girmeden önce daha iyi bir ortamda savaşabilmek için geri çekiliyorlardı. Bu durumdan sıkılan Kiros, Tomris Hatun'a bir elçi gönderir ve devletinin kendine bağlanmasını ayrıca kendisi ile evlenmesini ister. Bunun sonucunda ise Tomris Hatun ve Devleti ile uğraşmayacağını belirtir. Tomris Hatun, Kiros'un bu isteğini reddeder ve Kiros yüzlerce fil, savaş için eğitilmiş binlerce köpek ve 100.000 kişiyi aşan büyük bir ordu toplayarak Saka Devleti'ne saldırır. Tomris Hatun ise 9.000'i kadından oluşan 13.000 kişilik ordusunu toplar ve uygun bir bölgede Kiros'u beklemeye başlar. Kiros Ordusu'nu Tomris'in bir kaç km ötesinde mevziler ve plan yapmaya koyulur. Bu sırada Kiros'un aklına bir hile gelir ve savaş meydanında bir çadıra kendi emrinde bulunan güzel kadınları ve bi kaç nöbetçiyi koyar. Sabaha karşı Tomris Hatun'un oğlu çadıra bir saldırı düzenler ve nöbetçileri öldürüp kadınlarla eğlenmeye başlar. Olaydan bi kaç saat sonra Kiros çadıra saldırır ve oradaki Tomris'in oğlu da dahil tüm Sakaları öldürür. Bu olayı haber alan Tomris çok üzülür ve büyük bir yemin eder:
''Kana susamış Kiros, sen oğlumu mertlikle değil içtikçe zıvanadan çıkaran şarap ile öldürdün. Ben de seni kana doyuracağım.'' der.
Akabinde gerçekleşen savaşta, Tomris askeri dehasını kullanarak kendisinden on kat güçlü bir orduyu tamamen yok eder. Kiros ise ölülerin arasındadır ve Tomris Hatun, Kiros'un ölüsünü Otağı'na getittirir. Kiros'un kafasını keserek kan dolu bir fıçıya kor ve;
''Hayatında kana doymamış Kiros, seni şimdi kan ile doyuruyorum.'' der.
Savaştan sonra Tomris Hatun, katıldığı tüm savaşlarda bizzat komutanlık yapar ve devletin sınırlarını büyük ölçüde genişletir. Tomris Hatun'dan etkilenen Yunan Halkı Tomris'e ''Leydi ve Origana'' demiştir.
Türkiye'nin Nükleer Bombası Var mı, Türkiye'de Nükleer Bomba Var mı?
Ramazan
- Öncelikle bu iki cümleyi ele alırsak, ne kadar bu cümleler birbirine çok benzese de aralarında çok büyük bir fark vardır. Şöyle ki; İlk cümle ile başlayalım.
* Türkiye'nin Nükleer Bombası var mı?
2. Dünya Savaşı'nın sonunda başlayan ''Nükleer Silah Akımı''na katılmadığımız, daha doğrusu Türkiye'nin politik ve askeri gücünü artırmak için nükleer çalışmalara yeltendiyse de ABD tarafından izin verilmediği için kendi nükleer bombamızı yapmamış bulunmaktayız.
* Türkiye'de Nükleer Bomba Varmı?
Bilindiği gibi Türkiye 1952 yılında NATO'ya girmiştir. Bu süreçte Türk Ordusu'nda büyük bir teknoloji değişimi yaşandığı gibi, Dünya üzerindeki büyük krizlerde de önemli rollleri oynamak zorunda kalmıştır. Bunlardan en önemlilerinden biri de Türkiye'yi nükleer silah ile tanıştıran, ABD İle SSCB arasında yaşanan Küba Füze Krizidir.
1960'lı yılların başında SSCB'nin Küba'ya, ABD'nin buna karşılık da Türkiye'ye nükleer başlıklı füzeler yerleştirilmesi ile başlamış ve Dünya büyük bir nükleer savaşın eşiğine gelmiştir. Bu krizde ABD, Türkiye'de İzmir'e bağlı çeşitli köylere 15 adet Hiroşima'ya atılan atom bombasından 100 kat daha güçlü (1.44 megaton gücünde) Jüpiter Füzesi yerleştirmiştir. Bu füzelere ilk başlarda IRBM Füzesi denmekteydi. Türkler daha sonra bu ismi İbrahim Füzesi olarak değiştirmiştir. Türkiye'nin bu füzeleri kontrol edebilecek personeli olmadığı için 2.000'e yakın subayımız ABD'ye eğitime gönderilmiştir. İyi bir eğitim alan Türk Subayları, 18 Nisan 1962'de deneme atışı gerçekleştirir. NASA'nın Cape Canaveral'daki üssünde tamamen Türklerin komutasındaki bir Jüpiter füzesi başarıyla fırlatılır. Daha sonra ise ABD ile SSCB arasında füze krizinin çözülmesinin ardından 22 Ekim 1962'de füzeler tamamen Türk ordusuna devredildi. 1963’te ise füzeler tamamen söküldü. Türkiye, füzelerin sökülmesine karşı çıktıysa da daha sonra daha etkili bombalar getirme sözü verildi ve aradan zaman geçtikten sonra İncirlik ve bazı diğer üslere nükleer bombalar yerleştirildi.
Peki Günümüzde Türkiye'de Nükleer Bomba Varmı?
ABD'nin günümüzde Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye'de nükleer üsleri bulunmaktadır. Türkiye'de güçleri ve detayları tam bilinmeyen B-61 Atom Bombaları'ndan 60 ile 70 arasında bomba bulunmaktadır. Bu bombalardan 50 tanesi ABD'nin büyük bir kriz anında Türkiye'nin onay verdiği taktirde kullanılması mümkündür. Geriye kalan 10 ile 20 arasındaki bomba ise Türk F-16'larına entegre imkanı verilmiştir. Ama bu bombaların özel kodlarını ABD vermediği için bombayı ABD'den izinsiz atmamız imkansızdır.
Peki bu bombaları ne şekilde kullanabiliririz? derseniz, yukarıda belirttiğim gibi bu bombaları ABD'den izinsiz patlatmamız imkansızdır. ABD'nin izin vermesi için ise büyük bir devletle amansız savaşa girmesi ve Türkiye'nin o savaşta ABD ile aynı safta savaşması gerekmektedir. Veya ABD'nin hoşnut olmadığı bir ülke ile Türkiye'nin savaşa girdiğinde ABD'nin izin vermesi çok çok küçük bir olasılık taşımaktadır.(Bu olasılıklar düşman ülkesine ve büyüklüğüne göre değişmektedir. Ayrıca ABD'nin izni olduğunda dahi bu bombaları savaş uçakları ile atmak oldukça zor ve bir hayli tehlikelidir.) Ayrıca İncirlikteki B-61 türü bombaların 2017'de daha etkili modelleri ile değiştirileceği açıklanmıştır.
Büyük Vezir: TONYUKUK
Ramazan
Tonyukuk, Türk Tarihi'nde üç büyük Vezirden birisidir. Türk Tarihçi ve ilk Türk yazarıdır. 2. Göktürk Devleti'nin kutulmasında İlteriş Kağan'a büyük yardımı dokunmuştur. Ayrıca Bilge Kağan'ın da kayınpederidir.
Doğum tarihi tam bilinmese de Çin'de doğmuş, Milattan Sonra 8. Yüzyıl'da yaşamıştır ve ölümü 726 yılı olarak bilinmektedir. 50 Yıllık Çin esaretinden 2. Göktürk (Kutluk) Devleti kurucusu olan İlteriş (Kutluk) Kağan ile beraber kurtulmuştur.Türklerin Çin esaretinden kurtuluş savaşını idare etmiş, gençlik yıllarında cesaretiyle, yaşlılığında da tecrübesiyle devletine hizmet etmiştir. Bilgeliği ve ileri görüşlülüğü ile kağanların zaman zaman yapmayı düşündükleri hatalı işleri engellemiştir. Türklerin Budizm dinine girmesini engelleyen Vezir Tonyukuk, aynı zamanda Türk milletinin surlarla çevrili şehirlere yerleşerek, Çinliler tarafından yeniden köle edilmesini de engellemesiyle bilinmektedir
Damadı Bilge Kağanın Türk milletini yerleştirmek ve budist tapınakları açmak fikrini reddetmiştir. Bu sebeple milleti her an at sırtında harbe hazır tutmuş ve Türklüğün İslamiyete girmesine zemin hazırlamıştır.İyi bir stratejist ve taktik ustası olmasından ötürü, batılı Türkologlar onun için “Türkler’in Bismarc’ı” ifadesini kullanır.
Tonyukuk'un büyük özelliği tabii ki büyük bir siyasetçi yani iyi bir politikacı olmasıdır. Bu yüzden Yeni Kurulan 2. Göktürk Devleti'nin hem kurulmasında etkin bir rol oynamış hem de; İlteriş Kağan (Kutluk), Kapagan Kağan, Bögü Han ve Bilge Kağana baş vezirlik yapmıştır. Ayrıca bir çok savaşta başkomutan olarak görev yapmıştır. Tonyukuk; çok iyi olan politik zekasının yanında Tarih ve Edebiyat'ta da oldukça iyidir. Bu çok yönlülüğü ve her işteki ustalığı Tonyukuk'u binlerce yılla dayanan Türk Tarihi'nin Üç Büyük Vezirinden birisi yapmış ve kendinden sonraki politik kuşaklara çok iyi ve etkili bir örnek olmuştur. Tonyukuk, Bilge Kağan'a Baş Vezirlik yaptığı dönemlerde kızını vermiş ve O'nun kayınpederi olmuştur.
Tonyukuk Anıtı
Tonyukuk kendi adına Kitabeler diktirmiştir ve bu kitabelerin yazarı da bizzat kendisidir.. Bu kitabeler MS. 8. Yüzyılın 2. Çeyreğinde yazılıp dikilmiş olan Göktürk Yazıtlarının ilkidir. Bilge Kağan Yazıtı ile Kül Tigin Yazıtının doğusunda yer alır.1897 yılında, Kül Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarının 360 km. doğusunda, botanikbilimci Yelizaveta Klements tarafından bulunmuştur.
Bu Anıt; Dört yönlü iki taş üzerinde yazılmış bir yazıttır. Birinci taş üzerinde batı ve doğu yüzlerinde yedişer, güney yüzünde 10, kuzey yüzünde ise 11 satır olmak üzere toplam 35 satır yer almaktadır. İkinci taşın ise batı yüzünde 9, doğu yüzünde 8, güney yüzünde 6 ve kuzey yüzünde 4 olmak üzere toplam 27 satır vardır. İki taşın toplam satır sayısı 62'yi bulmaktadır. Yazıtın 725 yılında dikildiği tahmin ediliyor. Tonyukuk, bu yazıtında ilk 47 satırda İlteriş Kağan ile Kapgan Kağan'ın Dönemleri'nden bahsetmektedir. Daha sonraki satırlarda ise kendisinden bahsederek Göktürk tarihi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Göktürkçe ile yazılmıştır, Türkçe'nin en eski örneklerinin başındadır.
Tonyukuk, kitabesinde kendini şöyle anlatıyor:
“Tanrı yarlığadığı (nasip ettiği) için Türk Budun içinde silahlı düşmanı gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım. İlteriş Kağan çalışmasaydı; ona uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı. Çalıştığım için il, il oldu; millet de millet oldu. Kendim artık kocadım. Şimdi Bilge Kağan, Türk Budununu iyi idare ederek tahtında oturuyor.” Sözlerini kullanmıştır.
Cengiz Han Öncesi Moğollar
Ramazan
Arkadaşlar, '' Cengiz Han'ın Tarih Sahnesi'ne Çıkışı'' nın ilk bölümü olan '' Cengiz Han Öncesi Moğollar'' ı size aktaracağım. Yazı dizisinin devamı farklı farklı başlıklarda olacaktır, tamamen okumanız dileğiyle...
A) Cengiz Han Öncesi Moğollar
'' Moğolların Gizli Tarihi '' adlı 1240'lardan kaldığını düşündüğümüz anonim eser Cengiz Han'ın soyu hakkındaki efsanelerle başlar. Eserin başlangıç cümlesini oluşturan bu efsaneye göre Cengiz Han'ın soyu '' Yüce Tanrı tarafından Kut ile Yaratılmış Bozkurt '' idi: eşi ise Güzel Maral ( Alageyik .) '' idi.
Bu sözlerle Cengiz Han'ı yücelten efsanelerin aslında geyik, alageyik ve bozkurt etrafında oluşmuş yaradılış efsanelerini birleştirdiğini ve bu efsaneler yoluyla bütün eski tarih mirasına sahip çıkılmış olduğunu görüyoruz.
Eserin ikinci cümlesi ise, '' Onlar denizi geçerek geldiler '' şeklindedir. Birçok bilginin üzerinde düşünmüş olduğu bu iki cümle gerçekten anlamlıdır. Zira ikinci cümle ile de, Cengiz Han'ın atalarının batıdan doğuya gitmiş olduklarına işaret edilmektedir. Ancak, doğuya varmak için aşılan denizin hangi deniz veya göl olduğu konusunda farklı görüşler vardır.
Bilindiği gibi 14. YY İlhanlı veziri ve tarihçisi Reşiddedin tarafından toplanmış olan Oğuz Destanı'nda da bu görüş tekrarlanır. Orada Oğuz Han, Tanrı'ya inanıp O'nun birliğini kabül etmeyen amca oğullarını hem yener hem de Karakum'a sürer. Oğuz, Onlara her zaman Kaygılı olunuz anlamında '' Muval '' diye ad verir.
Kısacası, Reşiddedin'de ki Oğuz Destanı'na göre Oğuz'un amca oğulları Oğuz Evladından ve Türkistan'dan ayrılır, doğuya giderler ve orada Moğol olurlar. Diğer bir deyişle, hem Moğolların Gizli Tarihinde hem Reşideddin'de Türk ve Moğolların tarihlerinin birbirinden keskin hatlarla ayrılamayacağı vurgulanmış olur. Kimin Moğol, kimin Türk olduğu konusu da bu görüşler çerçevesinde yeniden ele alınarak eserin değişik bölümlerinde şu sözlerle açıklanır:
1) Oğuz Boyları
2) Türklerden olup bugün kendilerine Moğol denilen, ama aslında Moğol olmayanlar
3) Yukarıda zikri geçenler gibi ancak yakın zamanlarda Moğol adını alanlar. Bunların halkı çok boyları da sayısızdı. Bilinenlerin adı burada verilmiştir. Bunlar Kerait, Nayman, Öngüt, Tankut, Bekrin, Kırkızlar'dı.
4) Eskiden de Moğol olarak bilinenler
a- Turkan-i Moğol yani Moğolların Türkler'i. Bunlar Dobun Bayan ve Alan Goa'dan önce yaşamış ve Ergenekon'a gitmiş olan Nüküz ve Kıyan'ın neslinden gelen Törülki'lerdir.
b- Nirün yani asil ve saf kan olanlar yani Alan Goa'nın neslinden gelenler.
Gerçekten de tarihin daha önceki ki devirlerinde boy ve toplulukları bugünki '' Milliyet '' anlayışımız çerçevesinde birbirinden ayırmak zordur. Bu erken devirlerde daha Moğol adı bile yoktur. Moğol Adı, Bir siyasi birliğin adı olarak, 12. YY'da ortaya çıkmıştır. Bu gün Moğol bilim adamları;
'' Cengiz Han adı büyük bir fatihin ismi olmaktan öte, Moğollara milli ve kültürel kimliklerini kazandıran kişilerdir. Moğolların devlet, Uygur Yazısı esasında geliştirilmiş olan bir yazı ve İkh Yasa ( Yüce Yasa ) denilen ilk anayasalarının sahibi yapan O'dur. En önemlisi de o tarihten itibaren Moğol boylarının tek bir milli kimlik içerisinde birleşmiş olmalarıdır '' demektedirler.
Cengiz Han öncesi dönemlerde biz, anca Proto-Moğollar'dan söz edebiliriz. İleride Moğolları oluşturacak boylarla Türkler'in tarihi iç içedir. Muhakkak ki, Hun İmparatorluğu içinde Moğolca konuşan boylar vardı. Tabgaçlar'ın arasında da, genelde Siyenbi dediğimiz Proto-Moğolların bulunduğunu biliyoruz. Avarları da Moğollar ataları olarak görürler.
Orhun Yazıtları'nda Proto-Moğol boylarından Şiğvey ( Shih-wei ) şeklinde söz edilir. Bazı Proto-Moğollar ise, Tatar olarak bilinir. Ancak Tatar dediğimiz zaman da gene tek bir dil ve milliyet söz konusu değildir. Bazı tekrarlar Türkçe konuşmuşlardır. 10 - 12. YY'lara damgasını vurmuş ve bu gün Çin'in adını Rusça'da '' Kitay '' olarak anılmasına katkıda bulunmuş Kitan/Kitahlar ( Çidan < Ch'i-tan ) da bir Proto-Moğol halktı. Kuzey Çin'de Liao adında bir sülale kuran Kitan/Kitaylar, Uygurlarla çok sıkı ilişkilerde bulunmuşlardır. Hatta Kitay İmparatoriçeleri'nin geldiği soy, aslında Uygurlar'a dayanmaktadır. Kitanlar, Uygur Tüccarlara da özel ilgi göstermişer ve ayrıcalıklar da vermişlerdir.
1124 Yılında Liao Sülalesi'nin yıkılması üzerine bir kısım Kitan/Kitaylar Batı'ya gitmişler ve Orta Asya'da liderleri Yelü Daşı idaresinde Karahitaylar Devleti'ni kurmuşlardır. Bütün bu siyasi birlikler 1206'da kurulan Cengiz Han Devleti'nin iradesi altına girmişlerdir.
( Kaynak: Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 5, Sayfa 24-25-26
Kırım Hanlığı ve Ceneviz Devleti'nin Kırım Yarımadası Mücadelesi
Ramazan
• Kırım Yarımadası’na yerleşen Tatar Kabileleri, Yarımada’nın hayat tarzlarına elverişli bulunan bozkır kesimine yerleşmişlerdi. Şirin mirzaları ve hanlığın ilk merkezi ise Eski Kırım ( Solhat) idi. Burada XIII. YY’dan itibaren büyük bir koloni faaliyetleri içinde olan Ceneviz sahil kesiminde faaliyet gösteriyordu. Yarımada’nın en büyük şehri ve Ceneviz’in merkezi durumunda olan Kefe’den başka Doğuda; Kerç, Taman, Azak. Batıyaa doğru ise Sudak, Balıkoğa, biraz iç kesiminde yer alan Mankub ve ve İnkirman gibi şehirler bünyesinde kurulmuş bulunan ticari ağ, Ceneviz’in hakimiyet sahasını teşkil etmekte idi.
•Sudak, Mankub ve Balıkoğa ahalisinin ahalisinin büyük bir kısmı Rum-Ortodoks ahalinden meydana gelmekte olup , Ceneviz’in faaliyetlerini yoğunlaştırdığı sırada Mankub ve Balıkoğa siyasi bir güç teşkil ediyor ve Ceneviz yayılmasından rahatsızlık duyuyordu. Hacı Giray I. , Ceneviz’e karşı mücadelesinde daha güçlü durumda olan ve Ceneviz hakimiyetinde bulunan Balkoğa’yu alacaktı. Hacı Giray I.’in Mankub’la aynı etnik yapıya sahip bulunanve Ceneviz’e bağlı olan Balıkoğa’nun Mankub Knezi’ne bağlanmasını kabul etmesinin sebebi , sahil kesiminde tesis edilmiş bulunan güçlü Ceneviz nüfuzunu kırmak ve yine bu güçlü rakibe karşı ittifak oluşturmaktı. Hacı Giray 1. , bu merhaleden sonra Mankub Knezi ve Balıkoğa ile beraber bütün sahil kesimine hakim olmak niyetindeydi.
•Aleksy, 1433 sonbaharında kale halkının da desteği ile Balıkoğa’yu ele geçirdi. Bu hadiseden dolayı 1434 yazında Balıkoğa’yu ( Cembalo ) geri almak maksadı ile hazırlıklarına başlayan Ceneviz, 8 Haziran 1434 tarihinde donanma ile Balıkoğa’yı kuşatarak zapt etti.Kalede büyük bir katliam yaptıktan sonra 9 Haziran’da İnkirman ( Kalamiti ) kalesine yöneldi. Cenevizlilerin karadan yaptıkları kuşatma sırasında kale halkının tamamı firar etmiş, şehir boş kalmıştı. İnkirman’ı yağmaladıktan sonra ateşe veren Cenevizliler, geri dönerek Balıkoğa üzerinden Kefe’ye dönmeye başladılar. Ceneviz’e karşı bu hareketin diğer önemli mihrakını Solhat merkezli Kırım Hanlığı olduğunu bilen Cenevizliler, 14 Haziran 1434’te Solhat’ı muhasara etmeye karar verdiler. Bu maksatla harekete geçip önlerine çıkan kasaba ve köyleri yağma ve talandan ile etrafa dehşet saçan Ceneviz Ordusu, ani bir baskınla onları imha etmeyi planlayan Hacı Giray I. Tarafından izlenmekte idi. Hava sıcak olup yürüyüş sırasında Cenevizliler teçhizat ve silahlarını arabalara koymuşlardı.
•Cenevizliler Solhat’a 5 mil uzaklıkta bulunan Kastadzon ( muhtemelen Kaçkorak veya Karaköz Köyleri ) yakınına geldiklerinde Hacı Giray I.’in ani bir baskınına uğradılar. Hacı Giray I. , meşhur sahte pusu ve ricat taktiği ( Turan Taktiği ) gereğince bozguna uğramış gibi geri çekilerek Cenevizlileri asıl kuvvetlerinin bulunduğu alana çekti. Düşmanın 8000, Kırımların ise 5000 kuvvetten oluştuğu maharebede Cenevizliler kesin bir surette mağlup edildiler. Kırım Akıncıları akşama kadar Ceneviz Ordusunu takip ve imha etti.
Kırım Kuvvetleri, 27 Haziran 1434 yılında Balıkoğa’yu kuşattılar. Asıl birlikleri imha edilmiş bulunan Ceneviz, anlaşma yolunu denedi. Şimdilik Ceneviz’e üstünlüğü kabul ettirmenin yeterli olduğunu, ayrıca müstahkem surlarla çevrili bulunan kalenin alınmasının zorluğunu müdrik bulunan Hacı Giray I. , Cenevizlilerle mütakereyi kabul etti. 13 Temmuz’a kadar süren müzakereler sonucunda yapılan ayrıntıları kesin olarak bilinmeyen antlaşma ile Ceneviz’in Kırım Yarımadası üzerinde Kırım Hanlığı’nın hakimiyetini tanıdığı ve Hanlık ile sulh içinde bulunmaya yeğlediği anlaşılmaktadır. Nitekim, bu tarihlerden 1454 yılına kadar Kırım Hanlığı ve Ceneviz arasında sulha mugayir büyük çaplı bir hareket vukubulmamıştır. Bu antlaşma ile Kırım Hanlığı Kefe dahil bütün Yarımada’nın yüksek hakimi sıfatını kazanıyor, Cenevizliler ise sahil kesiminde ki ticaretlerini Hanlık’la sulh içinde sürdürme hakkını muhafaza ediyorlardı.
•Bu mücadelelerin en mühim tarafı, meşru sınırları bölgenin etkin gücü tarafından tanınmış bir Kırım Hanlığı’nın mevcudiyetimi ortaya koymasıdır. Nitekim, Hacı Giray I.’in, Fatih Sultan Mehmet’e göndermiş bulunduğu 1453 tarihli bitikte Kırım Hanlığı’nın sınırlarını ‘’ Kırk Yer’de ve Kırım’da, Kefe’de ve Kerç’te ve Taman’da ve Kopa’da ve Kıpçak’da ve benim hükmüm yeten her yerde’’ ifadeleri ile tahdit ederken dayanaığı bu antlaşma olsa gerektir. Bu ifadeler, Haci Giray I.’ın hakimiyet iddiasının Kırım Yarımadası ile sınırlı olmadığı, Altınordu’nun bütün hakimiyet sahasına uzandığını ortaya koymaktadır.
( Kaynak: Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, Cilt 5, Sayfa149-150 )
Tarih'te İlk Biyolojik Savaş
Ramazan
Cengiz Han; Teslim olmayan kalelere Mancınıkla vebadan ölmüş kişilerin cesetlerini attırdı. Bu şekilde veba önce kaledeki askerlere ve çevredeki diğer kalelere, daha sonra ise bütün Avrupa'ya hızla yayıldı.
Avrupa nüfusunun 1/3'ü bu hastalıktan öldü. Ölenler arasında Avrupa'nın bir ucunda olup, Cengiz'in Ordusu'ndan hiç bir asker dahi görmeden ölen Krallar vardı.
Hayatta kalanlar ise şehirleri terkedip dağlık alanlarda yalnız yaşamaya başladı.
Bu olay, günümüzde dahi insanlık için büyük bir tehlike olan kitle imha silahlarının başlangıcı yani atasıydı.
Eva Braun ve Hitler'in Son Günleri
Ramazan
yanınında eski dostlarından bir tek Joseph Goebbels vardı. Bir de Hitler'in ilgisini ve dikkatini çekmek için defalarca intihar eden, en kötü zamanlarında bile yanında olan, kendisiyle ölüme bile gidebilecek Eva Braun kalmıştı.
Hitler, hak etmeyenlere hep çok şey vermişti ve bunların karşılığı koca bir ihanetti. Fakat kendisine hayatı boyunca sadık olan Eva'nın, yegane isteğini hep reddetmişti. Asıl ödüllendirilecek kişi O'ydu.
Hitler, Eva Braun ile resmen evlenmeye karar verdi ve bu kararını en zor zamanında yanında kalan Goebbels'e açıkladı, O'ndan acilen bir nikah memuru bulup getirmesini istedi. 29 Nisan gecesi saat 01:00 ile 03:00 arasında Goebles, bir nikah memuru getirdi. O gece Hitler ile Eva evlenmişti. Şahitleri ise Goebles ve Bormann yapmıştı.
Braun'un yegane isteği gerçekleşmişti. O sırada gün ağarmaya başlamıştı. Düğün zamanıydı. Hitler düğünü kahvaltı eşliğinde geçirmek istedi. Düğüne Goebbels'in eşini de çağırdılar...
Bir kaç gün sonra Ruslar; Başbakanlık Binasına ulaşmasına bir kaç sokak kalmıştı. Öğle yemeği yedikten sonra Hitler en yakınları Goebbles ve Bormann ile vedalaşıp, odasına çekildi. Ölü bedenlerinin yakılması için talep ettiği benzinler de gelmişti. Kapısının önünde herkes, Hitler'in kendisi için silahından çıkacak kurşun sesini bekliyordu ve ses geldi...
Kapıyı araladılar. Yerde iki adet silah vardı. Nazilerin Führer'i kendisini ağzından vurmuştu. Eşi Eva Hitler ise zehirle intihar etmişti... Evet, Eva Braun hayata gözlerini bir '' Hitler '' olarak yummuştu...
( Kaynak: Hitler'e Sordunuz mu ? )
( Not: Eklemeler bana aittir. )
Türkiye'nin Nükleer Bombası Var mı, Türkiye'de Nükleer Bomba Var mı?
Ramazan
Gazeteci Şerif Bey Nam-ı Diğer Mustafa Kemal
Ramazan
İstanbul'da çıkan '' Tanin Gazetesi '' muhabiri Mustafa Şerif Bey ve yol arkadaşları, bir Rus gemisine binerek Mısır'a ulaşmışlardı. İskenderiye'deki gazeteciler, savaşın sürdüğü Trablusgarp'a geçmenin yollarını araştırıyorlardı.
Şerif Bey ve arkadaşları, serüven dolu bir yolculuk yaparak Trablusgarp'a geçtiler. Çölde yol alırken verdikleri akşam molalarında, yaktıkları ateşin karşısına geçip, pitoresk sohbetler yapmışlardı. Mısır kontrol noktalarını, Türk subayları oldukları anlaşılmasına karşın çeşitli yöntemlerle aştılar ve sınırı geçerek Tobruk ( Trablusgarp/Libya ) yakınlarındaki Türk karargahına ulaştılar. Bindikleri develerden inen yolculardan ilk olarak Gazeteci Şerif Bey karşılayanlara kendini tanıttı: '' Ben, Erkan-ı Harp Kolağası ( Kurmay
Kıdemli Yüzbaşı ) Mustafa Kemal. ''
Diğer gönüllüler ise farklı kimliklere yola çıkan ünlü hatip Naci ( Ömer Naci ), İttihat Terakki'nin tanınmış fedaisi Yakup Cemil, Üsteğmen Hakkı Bey ve sonradan gruba katılan Nuri ( Conker ) ve Fuat ( Bulca ) Beylerdi.
Enver Bey'in 24 Ekim 1912'de yazdığı sicilde Mustafa Kemal'in Trablusgarp Ordusuna katılışı 18 Aralık 1911 olarak belirtilmiştir.
30 Kasım 1911'de Enver Bey'e yollanan bir mesaj, hazırlık işleriyle uğraşan Mustafa Kemal'i sevindirecekti: ''kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal şimdiki görevinde istihdam edilmek üzere sırasıyla genel terfi içinde rütbesi binbaşılığa yükselmiştir. ''
Yakın gelecekte ülke kadaerinde çok önemli roller üstlenecek olan iki subay; Enver ve Mustafa Kemal ilk kez Trablusgarp'ta yakın ve dostça bir çalışma içerisindeydiler. Enver Bey, 19 Aralık günü, Mustafa Kemal'e bir mesaj göndererek '' Tobruk ve çevresi Ethem Paşa'nın sorumluluğundadır. Kendisi muktedir bir komutan olsa da sizin yardımınıza ihtiyacı vardır'' diyordu.
22 Aralık 1911 Tarihinde Mustafa Kemal tarafından yönetilen askerler Tobruk Zaferi'ni kazandı. Enver Bey, gösterdiği başarılarından dolayı Mustafa Kemal'i 21 Şubar günü Derne Komutanlığına atadı. Mustafa Kemal, yokluklarla sürdürülen mücadelenin ortasındaydı. Derne'de bulunan Ayn-Mansur Karargahı'ndan, yakın arkadaşı Salih ( Bozok ) Bey'e gönderdiği bir mektupta düşüncelerini şöyle ifade etmişti: '' Biz vatana borçlu olduğumuz fedakarlık derecelerini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses, bize vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demir atmış olduğunu görmedikçe vazifemizi bitirmiş sayamacağımızı ihtar ediyor. Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.''
Balkanlar'da gelişen acil durum karşısında Trablusgarp Mücadelesi'ne son vermek gerekiyordu. Gönüllü subaylar belirli bir sıra ile yeni görev yerlerine gönderildiler.
Trablusgarp, Mustafa Kemal için ilk savaştı. Daha sonra yayımladığı anılarında, oradaki kahramanlığı abartısız bir dille anlatmıştır: '' Muharbede yağan mermi yağmuru o yağmurdan ürkmeyenleri, ürkenden daha az ıslatır diyeceğim. Gerçekten böyle olamsaydı, Trablusgarp Harbi'ne katılan bütün arkadaşlarımızdan mutlaka Trablusgarp'ta Hums'ta, Bingaz'de, Derne'de ve Tobruk'taki İtalyan İstihdamlarının karşısında bugün kemiklerinin dahi kalmaması icap ederdi.''
TÜRKlerle İlgili Sözler
Ramazan
Fransız Tarihçi; Jean Paul Roux
Sözlük Yazarından Çanakkale Şiiri
Ramazan
Al Sancağı Kapmış Asker,
Saldırıyor Vatanının Aşkı İle.
Bir Tarafı Kan İdi, Diğeri Ter,
Geçilmeyen Bir Sur'du Çanakkale
Türk'ün Gücünü Bilmeyen,
Gelmedi mi Dev Gemilerle?
Düşman'a Geçit Vermeyen,
Koca Bir Sur'du Çanakkale...
Kan İle Dolmuştu O, Şanlı Boğaz,
Sanki, Akmayan Kırmızı Bir Şelale...
Geçmez Oldu Üstünden; Ne Rüzgar, Ne Ayaz,
Kanlı Bir Sur'du Çanakkale...
Ah! Kınalı Mehmedim, Oldu Şehit...
Bu Destan'a ALLAH Şahit,
Geçilmeyen, Koca ve Kanlı
Bir Sur'du Çanakkale...
( Ramazan COŞKUN )
Azerbaycan TÜRKLERİ ve Rusların TÜRK Emperyalizmi
Ramazan
Azeri ile Türkçe, 60 Türk Dili içerisinden birbirine en yakın olanlarıdır. Azeriler Türk kökenlidir. Normal Türkler yani. Ama Türkiye'dekilerden ayrım olsun diye kendilerine Azeri diyorlar. Ama Tarih ve köken olarak aynı soydan, hepsi birlikte Orta Asya'dan 1000 ile 1100 yılları arasında Orta Doğu'ya göç etti. Bu arada Müslüman da olmuşlardı. İran, Anadolu ve Orta Doğu'ya yerleştiler. İran'a, Anadolu'ya, Azerbaycan'a ardından da Avrupa'ya vardılar. 1912 yılına kadar Balkanlar'da pek çok Türk yaşıyordu. Makedonya'da halen Türk var. Yani Azeriler de Türk.
Sovyet Diktatörü Stalin, Türk Birliği'ni sonsuza dek yıkmak istedi. Kültürel bölücülük siyaseti güttü.Cumhuriyetçiler ortaya çıkardı, tüm bu Cumhuriyetleri de Sovyetler Birliği'ne üye yapıldı. Özbekistan ve Azerbaycan gibi. Bunlar sözde cumhuriyetlerdi. Azemi bölmek için de cumhuriyetlerin halklarını karşılıklı ve zoraki göç ettirdi. Yani onları kendi sınırları içerisinde çürütmeye gitti. Sonra da Ermenilere Karabağ'ı verdiler. Hain bir siyaset yani. Bilerek ihtilaf oluşturdular. Potansiyel bir ihtilaf yaptılar ve başardılar da. Ermenistan Karabağ Bölgesi'ni 1992'de Rus yardımı ile işgal etti. Sonuçta bir milyon Azeri bölgeden kaçıp mülteci oldu. Propaganda Ermenilerin yararına idi. İslam Ülkesindeki zavallı Hristiyanlar.! Tam bir klişe yani. Haçlı seferleri gibi. Ermenilere hep zavallı olarak bakıldı. Hollanda'daki Azeriler protesto eylemi yaparak Hocalı Katliamı'na ilgi istedi. Bu olayın anısına Lahey'de heykel dikildi.
Ruslar egemen oldukları Türklere Türk tehtidinden kurtulduk diyebilmek için onlara başka isimler verdiler. Türk Birliği'nden o kadar korkuyorlardı. Yani Rus siyaseti hep bölücü idi. Her cumhuriyete ayrı kültür empoze ettiler. Ayrı alfabe kullandırarak yazışmalarını, kitaplarını okumalarını önlediler. Zira Azerbaycan'dan Çin sınırına kadar tüm Türkler Doğu Türkçe'si konuşuyordu. Türkiye Türkçesi farklı bir Türk dili. Hepsi birbiri ile iletişim kurabiliyordu. Ama Ruslar iletişim kurtmalarını istemediler. Alfabe farklı harflerle değiştirildi. Kültür değişikliği, opera binaları dikildi. Halbuki Rus Operası dinletiliyordu. Milli folklora ve giyime önem verilirdi. Her Cumhuriyetin farklı giysisi yaratıldı. Faklılaşma için her çareye başvuruldu. Amaç Türk Birliğini unutmaları idi. Başaramadılar, ama çok uğraştılar.
Stalin'in çizdiği sınırlar halen geçerli. Yani Stalin derin izler bırakarak Türkleri böldü. Azeriler Rusya ve İran'da tek toplum ve Türk olduklarını iyi biliyorlar. Türkiye ve Asya Türkleri ile kardeşler. Pan-Türkçülük yani tüm Türkler kardeş. Siyasi bir hayal ama kültürel bir duygu. Türkler siyasette gerçektir. Kendini ciddiye alan hiç bir Türk Lideri Orta Asya'yı feth ederim diye düş kurmadı. Rus müdahelesi İslam'ı sabotaj etti. Tarihi Camiiler restore edilse de Namaza kapatılıp tarihi eser haline getirildi.
( Dipçe: Sözler tamamen Hollandalı Türkolog; Prof. Alexander de Groot'e aittir. Sadece yazıya aktarma bana ait. )
Cenghiz Han'ın Kuşu Sayesinde Ölümden Dönüşü
Ramazan
bir gün, moğol hükümdarı cengiz han, ordusu ile ava çıkar. ava askerler ok ve yaylarıyla katılırken, cengiz han alışılageldiği gibi kolunun üzerinde, gökyüzünde yükselerek her yeri görebildiği ve dahası o mesafeden çıplak insan gözünün asla fark edemeyeceklerini ayırdettiği için her türlü oktan daha iyi ve net bir avcı olan en sevdiği hayvanı olan şahinini götürmüş (yanında kılıcı tabiki var.)
yanında getirdiği ordusu en iyi avcılardan seçilmesine rağmen gün boyu hiç biri bir şey avlayamamıştır. cengiz han, hayal kırıklığı yaşamasına rağmen hala ümidini kaybetmemiştir.
cengiz, ava tek başına devam etmek için diğerlerinden ayrılmış. ancak uzun süre tek başına dolandıktan sonra yorgun ve susuz düşmüş. yaz sıcakları yüzünden oraların zaten güçsüz akan dereleri de kurumuştur.
sonunda nihayet bir mucize olmuş; tam önündeki büyük bir kayanın üzerinden hafif bir şırıltı eşliğinde incecik bir su akmaktaymış. hemen kolundaki şahini uçurmuş, her zaman yanında taşıdığı kadehini çıkarmış ve suya kavuşmanın verdiği keyifle yavaş yavaş doldurmaya başlamış... suyu tam dudaklarına götürdüğü sırada şahin üzerine doğru pike yaparak tek hamlede kadehi ellerinden almış ve uzak bir yere doğru yuvarlamış.cengiz han çok sinirlenmiş ancak şahinin kendisinin en sevdiği hayvanı olduğunu hatırlayarak ve onun da çok susamış olduğunu düşünerek kendini yatıştırmaya çalışmış. böylece kadehi yerden almış, bulandığı toz topraktan temizlemiş ve yeniden doldurmuş. ancak kadeh yarısına kadar dolmuşken şahin yeni bir pikeyle kadehi devirip suyu kuru toprağa dökmüş.cengiz han yüreğinin sıkıştığını hissetmiş, çünkü kendisine iyi avlarda eşlik etmiş, ona memnuniyetler yaşatmış bu hayvanı çok severmiş.
ama bir imparator olduğunu da unutamaz, hiçbir koşulda, hiçkimsenin kendisine saygısızlık etmesine müsaade edemezmiş. böylece, ağır hareketlerle kuşağındaki kılıcı çıkarmış, kadehi yeniden eline almış ve bir gözü kaynakta bir gözü şahinde yeniden doldurmaya başlamış. kadeh neredeyse tamamen suyla dolmuş ve han tam içmeye yeltendiği anda şahin bir kez daha alçalıp kendisine doğru pike yapmış. han tek vuruşta hayvanın başını gövdesinden ayırmış ve kuş ayaklarının dibine düşmüş...
cengiz han suyun kaynağını aramak üzere kayanın tepesine tırmanmış ve büyük bir şaşkınlıkla suyun geldiği küçük kuyuyu ve içinde ölü yatan küçük yılanı görmüş... yörenin en zehirli türlerinden biriymiş yılan ve eğer birkaç dakika önce o suyu içmiş olsaydı, bir kaç saat daha yaşamayacaktı..
cengiz han kampa kucağında ölü kuşla dönmüş. sonradan da kuşun altından bir heykelinin yapılmasını emretmiş. heykelin bir kanadının üzerine: “sana hoş gelmeyen bir şeyler yaptığında bile dostunun dostu olmaya devam et”, diğer kanadına ise: “kızgınlıkla yapılan her eylem başarısızlığa mahkumdur!” sözlerinin kazınmasını istemiş.
Nevruz TÜRKLER'indir. Küçük Bir Kanıtı
Ramazan
Batı'nın Ermenileri Sevmesinin Nedeni
Ramazan
Fransız İhtilali ve sonrasında gelen Milliyetçilik akımı dünyayı kavuruyordu. Bu fırtınaya Osmanlı'da önce Sırplar, Sonra Rumlar ve Arnavutlar Katılmıştı. Tabii ki bunları körükleyen çok sevdiğimiz bir 'Batı' vardı... Ve aynı batı bu sefer de ermenileri hedef almıştı. Yüzyıllarca kardeşlik içinde yaşayan iki milleti ayırma vakti gelmişti onlar için... Ruslar başta olmak üzere Batılı ülkeler Ermenilere, kendi devletlerini kurma sözü verdi ve bu söz
karşılığında Osmanlı'ya karşı büyük bir ihanet istedi... Ve yaptırdı da...
Ermeni çetelerinin faaliyetleri birbirini izledi, Trablus ve Balkan Savaşları'dan sonra, Ermenilerin istediği en büyük fırsat ayaklarına gelmişti. Dünya büyük bir savaşla inliyordu ve bu savaşta Ermenilerin büyük bir kısmına egemen olan Osmanlı'da vardı... Batılı bu fırsatı kaçırmayacak ve Ermenilere sonu gelmeyen yardımlara devam edecekti...
Osmanlı Cephelerde savaşırken bir yandan da Ermeni çeteleri ile ilgilenmek zorundaydı. Azgınlıkta sınır tanımayan bu çeteler arkasına koca bir milleti almıştı artık. Önüne ne geldiyse yakıp yıktılar, katliamlar, facialar birbirini izledi... İstanbul Hükümeti'nin sabrı kalmamıştı artık. Tehcir kararı aldılar. Bu sayede yükü hafiflemiş olacaktı Ve gerçekleşti...
Tehcirden geride kalan Ermeniler, tekrar güçlendikten sonra yavaş yavaş devletleşmeye başlamıştı, bu sırada 1. Dünya Savaşı son bulmuş, İtilaf Devletleri Anadolu'yu yer yer işgal etmişti. Ve bir anda '' Milli Mücadele '' başlamış ve TÜRK Milleti yine 7 düvel ile varlık yokluk mücadelesine girmişti...
Ermeniler de artık tamamen düşmandı. İtilaf Devletlerine her türlü yardımı yapmaktalardı, İtilaf Devletleri de kendilerine... Bu yardımlar kısa sürdü ve herkes kendi derdine düştü...
Doğu Anadolu'yu işgal eden ermenileri artık çıkarma vakti gelmişti. Kazım Karabekir, TBMM tarafından Doğu Cephesi'ne atandı ve bir kaç gün içinde çatışmalar savaşa döndü. Bu savaşta Kazım Karabekir kısa sürede Ermeni ordularını bertaraf etmişti. Ruslardan yardım isteyen ermeniler, Yeni kurulan '' Bolşevikler'' den istediğini alamadı. Bu sefer de ABD'nin kapısına gitseler de yine başarılı olamadılar. Ve artık '' ''Gümrü Anlaşması'' ile bu cephe kapanmış ve uzun süre susturulmuştu.
1992'de Sosyetler Birliği bir anda Dağıldı ve yeni devletler kuruldu. Bu devletler arasında yine bir '' Ermenistan '' vardı. Bu devlet kurulur kurulmaz, diğer eski bir Soyvet olan Azerbaycan ile mücadeleye girişti. Rusları yine yanına almayı başardı, sonra da sürekli bir çatışma ve TÜRK Katliamları birbirini izledi. Zulümler, ölümler TÜRK'e idi... Ve dünya bu zulme sesini çıkarmamaktaydı, hala da öyle...
Peki Neden?
1. Resimde ; 1992 Yılından Beri Varlığını Sürdüren, Ermenistan Cumhuriyeti'nin Siyasi Haritası. Şöyle Bir Baktığımızda Kafkaslar ve Anadolu'nun Kesiştiği Bir Bölgede Kurulmuş, Masum Bir Devlet Gibi Duruyor. ( Tabii ki Haritaya Göre... )
2. Resimede ise ; Ermenistan'ın, Aral Gölü Merkezli Bir Bölge Haritasından Siyasi Görünüşü Karşımıza Çıkmaktadır. Fazla Dikkate Gerek Yok! Ermenistan'ın Sağ Tarafına Baktığımızda Azerbaycan'ı, Azıcık Daha Sağa Bakarsak 4 Tane TÜRK Devletini, Yani Öz ve Öz Kardeşimizi ve Bir Tane De ( Tacikistan ) Binlerce Yıl TÜRK Egemenliğinde Varlığını Sürdürmüş ve TÜRKle İyi Geçinen Nadir Bir Millet ve Onun Devleti...
Hala Anlamadınız mı, TÜRK Düşmanları'nın ve Dünya'nın Neden Bu Kadar Ermeni Sevdalısı(!) Olduğunu? Eğer TÜRKİYE Veya Azerbaycan, Herhangi Bir Şekilde Ermeni Devleti'ni Ortadan Kaldırırsa, TÜRKİYE ( ve KKTC ) İle Diğer 5 TÜRK Ve 1 Tacik Devlet Olmak Üzere 8 Kardeş Devlet'in Arasında Büyük Bİr Bağlantı Sağlanmış Olacak. Sonrası İse Çorap Söküğü Misali...
Çorap söküğünden kastımızın '' TÜRK Birliği '' için atılacak adımlar olduğunu belirmek isterim.
Rusya ve Batı, Ermenistan'ı TÜRK Devletler'i Arasında Bir Duvar Olarak Kulllanıyorlar ve Eğer ermeniler ortadan kalkarsa TÜRKLER'in boş durmayacağını çok iyi biliyorlar. Şu anda Azerbaycan- Ermenistan arasında Karabağ Sorunu var ve her iki ülke de BM tarafından silah ambargosu altında. Ama ermeni ordusundan çıkan gizli silahlara baktığımızda, bu ambargo sadece Azerbaycan'a uygulanıyor. Bu durum en açık kanıtırır.