umutfb55
1900'lü yılların tarihine meraklıyım ve hakim olduğumu düşünüyorum.
En Beğenilen Yazar Sırası
:
75
Toplam Başlık Sayısı
:
3
Toplam Puanı
:
6
Toplam Giri Sayısı
:
11
Bu Ayki Puanı
:
1
En Aktif Yazar Sırası
:
75
2.Abdülhamid Han
sotarih
Abdülhamid kadar olumsuz koşullarda tahta çıkmış bir hükümdar az
bulunur. 1876'da sultan olduğunda, Osmanlı İmparatorluğu her yerinden
su alan bir gemi gibidir. Savaş içinde olduğu Balkanlar'da yeni ayaklanmalann
da tehdidi altındadır, mali açıdan tam biriflas söz konusudur,
Avrupa kamuoyu amansızca saldırmaktadır, Büyük Güçler de Osmanlı'ya
düşmandır. İki selefinin birbiri peşisıra hal edilmesiyle iktidara ulaşan
Abdülhamid'in meşruiyeti kuşkuyla karşılandığı gibi, korkunç bir
tecrübe eksikliği de söz konusudur. Tahta çıktıktan dokuz ay sonra patlak
veren Rus harbi tüm zamanını alır, daha önce eşine rastlanmamış bir
felaketle sonuçlanır, yeni sultan bozguna ve barışın çok ağır bedeline göğüs
germek zorunda kalır. Ancak bu sınavlan verdikten sonra, Osmanlı
İmparatorluğu'nu yeniden inşa edip ayağa kaldırmak işine girişebilir.
İçeride iktidarını kuran Abdülhamid o zaman gerçek çapını gösterebilmiş
ve ortaya, imtiyazlan konusunda son derece kıskanç, ülkesinin
korunmasına ve kalkınmasına tutkuyla bağlı, tam bir devlet adamı çıkmıştır.
İmparatorluğa yakıştırılan "hasta adam" nitelemesini asla kabul
etmeyen Abdülhamid, Osmanlı devletini ne pahasına olursa olsun güçlendirmeye
ve gerçek yerine tekrar kavuşturmaya kararlıydı. Onun çabalan,
imparatorluğu modern ve büyük bir Müslüman gücü haline getirmeye
yönelikti.
Bu amaca ulaşabilmek için, Tanzimat devri ıslahatçılarının 1 839'dan
beri açtıkları yolda yürümesi söz konusu değildi, çünkü Abdülhamid'e
göre onların çabalan tam bir başansızlıkla sonuçlanmış, yapılanlar ülkeyi
siyasi kaosa, mali iflasa ve askerifelakete sürüklemiş ri. Bu nedenle imparatorluğun
yeniden inşası yeni temeller üzerinde gerçekleştirilmeliydi.
Peki ama, neydi bu temeller?
İçeride iktidarını kuran Abdülhamid o zaman gerçek çapını gösterebilmiş
ve ortaya, imtiyazlan konusunda son derece kıskanç, ülkesinin
korunmasına ve kalkınmasına tutkuyla bağlı, tam bir devlet adamı çıkmıştır.
İmparatorluğa yakıştırılan "hasta adam" nitelemesini asla kabul
etmeyen Abdülhamid, Osmanlı devletini ne pahasına olursa olsun güçlendirmeye
ve gerçek yerine tekrar kavuşturmaya kararlıydı. Onun çabalan,
imparatorluğu modern ve büyük bir Müslüman gücü haline getirmeye
yönelikti.
Bu amaca ulaşabilmek için, Tanzimat devri ıslahatçılarının 1 839'dan
beri açtıkları yolda yürümesi söz konusu değildi, çünkü Abdülhamid'e
göre onların çabalan tam bir başansızlıkla sonuçlanmış, yapılanlar ülkeyi
siyasi kaosa, mali iflasa ve askerifelakete sürüklemiş ri. Bu nedenle imparatorluğun
yeniden inşası yeni temeller üzerinde gerçekleştirilmeliydi.
Peki ama, neydi bu temeller?
İçeride iktidarını kuran Abdülhamid o zaman gerçek çapını gösterebilmiş
ve ortaya, imtiyazlan konusunda son derece kıskanç, ülkesinin
korunmasına ve kalkınmasına tutkuyla bağlı, tam bir devlet adamı çıkmıştır.
İmparatorluğa yakıştırılan "hasta adam" nitelemesini asla kabul
etmeyen Abdülhamid, Osmanlı devletini ne pahasına olursa olsun güçlendirmeye
ve gerçek yerine tekrar kavuşturmaya kararlıydı. Onun çabalan,
imparatorluğu modern ve büyük bir Müslüman gücü haline getirmeye
yönelikti.
Bu amaca ulaşabilmek için, Tanzimat devri ıslahatçılarının 1 839'dan
beri açtıkları yolda yürümesi söz konusu değildi, çünkü Abdülhamid'e
göre onların çabalan tam bir başansızlıkla sonuçlanmış, yapılanlar ülkeyi
siyasi kaosa, mali iflasa ve askerifelakete sürüklemiş ri. Bu nedenle imparatorluğun
yeniden inşası yeni temeller üzerinde gerçekleştirilmeliydi.
Peki ama, neydi bu temeller?
Abdülhamid, Tanzimat'ın sarstığı sultanlık kurumunu yeniden "kadir-
i mutlak" kılarak işe başladı. Merkezi Yıldız Sarayı olan bir mutlakıyet
sistemini yerleştirdi. Müslüman tebaasının gözünde meşruiyetini
güçlendirmek için, hilafet kurumuna dayandı ve ona yüzyıllardır kaybettiği
parlaklığını yeniden kazandırdı. Hilafeti sadece padişahlığı yeniden
kutsallaştırmanın bir aracı olarak kullanınakla kalmadı, imparatorluktaki
Müslümanları birbirine yapıştıracak bir harç haline getirdi. İdeolojik
çerçevenin, vurgu yu dini boyuta yapmak üzere bu yeniden kurgulanışına
koşut olarak Abdülhamid coğrafi merkez konusunda da yeni
bir ayarlamaya gitti. "İdaresi çok güç olan" ve "milli gücümüzü yiyip bitiren"
1 Balkanlar' daki Osmanlı egemenliğinin ne denli zayıf olduğunu
saptadığı için, bundan böyle Memalik-i Mahruse içinde önceliği Anadolu'ya
ve Arap Yakındoğusu'na tanıyarak yeni bir toprak dengesi kurmaya
çalıştı.
İktidarını yeni bir sosyal zemine oturtmaya da gayret etti; Tanzimat
ıslahatçıları gibi istanbul'un batılllaşmış seçkinlerine değil, taşra ayan ve
eşrafına dayandı. Vilayetlerde, ilkesel olarak katı, ama yerel uygulanışlarında
büyük bir esneklik gösteren merkeziyetçi bir siyaset izledi. 1875-
1878 krizinin talihsiz deneylerinden ders çıkararak, imparatorluğu yeni
diplomatik yönelişlere soktu ve Tanzimat devrinin müttefikleri olan
Fransa veya İngiltere'den çok Almanya'yı ortak olarak öne çıkardı; İkinci
Reich'la, Abdülhamid'in önayak olduğu bu yakınlaşma sadece imparatorluğun
diplomatik ilişkilerini zenginleştirmekle kalmadı, askeri aygıtı
yenilerneyi ve Fransızların ya da İngilizlerin yaptığı "sömürge tarzı"
demiryollarına hiç benzemeyen, Osmanlı devletinin savunması, kalkınması
ve birliği açısından yararlı demiryolları inşa edilmesini sağladı.
Sonuçta "Hamid sistemi" buydu. Tamamen "akılcı" amaçlara ve imkanlara
uygundu -bu amaçlar ve imkanlar Avrupalıların pek hoşuna gitmese
de. 1893 'te, "sultanın gerek inançları gerekse politikası açısından
bir fanatik, dolayısıyla akıl yoluyla erişilmesi olanaksız birisi" olduğunu
yazan Fransa'nın İstanbul sefiri Paul Cam b on baştan sona yanılıyordu.2
Abdülhamid'in Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden ayağa kaldırmak için
iç tutarlılığı olan, sağlam bir biçimde yapılandınlmış, gerçek anlamda bir
projesi vardı.
İmparatorluğu ayağa kaldırmaya yönelik bu programın mimarı olan
Abdülhamid, ustabaşılığı da büyük ölçüde üstlenmiş, gücünün ve enerjisinin
büyük bir bölümünü bu işe hasredip, amansız bir çalışma temposu
sürdürmüştü -belki saltanatının biraz daha dağınık geçen son yılları
bunun dışında tutula bilir.
Bu proje sonuç verdi mi? Kesin olan bir şey varsa, Sultan Abdülhamid
Devlet-i Osmani'yi kalıcı bir biçimde ayağa kaldırmayı başaramamış, o
hal edildikten sadece birkaç yıl sonra imparatorluk da çökmüştür. Ama
en azından Abdülhamid kendi devrinde imparatorluğu korumayı becermiştir.
Yakında sona ereceği ileri sürülen bu "hasta" imparatorluk 1 909'da
o iktidardan aynldığında, toprak kayıplarını engelleyemesc de, varlığını
bal gibi korumuştu. 1878 felaketini, imparatorluğun parçalanmasına yönelik
çok sayıdaki senaryoyu, Avrupa genişlemesinin ve Batı emperyalizminin
doruk noktasını oluşturan bir dönemin dünyasındaki güç dengelerini
hesaba katarsak, imparatorluğu bu koşullarda hayatta tutmayı
başarmak bile başlıbaşına tartışılmaz bir başarı dır. Ama imparatorluğun
korunması işi sadece Abdülhamid'e mal edilebilir mi? O devirde -diplomasi
alanında tam bir insan sarrafı olan- Bismarck tarafından da övülen
büyük diplomatik h ünerini kabul etmekle birlikte, Büyük Güçler arasındaki
çekişmelerin de bu işte payı olduğunu görmek gerekir. Osmanlı
İmparatorluğu'nu kullamp sörnürmek Fransa'nın, İngiltere'nin, Avusturya-
Macaristan'ın, Almanya'mn, Rusya'nın ve İtalya'mn, hepsinin işine
geliyordu. "KJ.rlı imtiyazları" ve "yağlı işleri"yle3 bu büyük devletlere
hatırı sayılır ekonomik, ticari ve hukuki imtiyazlar sağlayan kapitülasyonlar
sistemi -sultanın ifadesiyle "haklarımı:;;;ı çiğneyen" kapitülasyonlar-,
hiç kuşku yok ki imparatorluğu parça lanmaktan ve sömürgeleştirilrnekten
korumuştur. İtalyan Meclisi'nin başkanı olan Giolitti, İtalya'nın
Libya'yı işgal etmeye hiç ihtiyacı olmadığını, çünkü oradan zaten büyük
gelirler temin ettiğini söylüyordu.4 Saltanatın bilançosu, özellikle devletin
ve toplumun modernleştirilmesi politikasında pozitif çıkmaktadır.
Kronik mali sıkıntılara karşın -askeri harcamalar bütçe içinde muazzam
bir yer tutuyor, toplam miktann en az % SO' sini yutuyordu- Abdülharnid
bu modernleştirme işine büyük bir enerjiyle bağlanmıştı. Tarihçiterin
yıllardır incelerlikleri Yıldız arşivleri derinlemesine tarandığında, sul-
tanın çeşitli kurumlarda, adalette, orduda, maarifte ıstahat yapabilmek
için ne denli büyük çabalar harcadığı ortaya çıkar. İmparatorluğun Tanzimat'la
başlayan modernleşmesi 1 876'da kesintiye uğramamış, tam tersine
onun saltanatında kimi za.man ivme kazanarak sürmüş tü. Bu açıdan
Abdülhamid, Tanzimat çizgisinde yer alan ıslahatçı ve modernleştirici
bir padişah olarak kabul edilebilir pekala. s En büyük başansı da, çok sık
aydınlık düşmanlığı ve yobazlıkla suçlanan birisinden hiç beklenıneyecek
biralandaydı: Maarif Abclülhamid, imparatorluktaki okulların gelişmesi
yönünde en büyük çabayı harcamış sultanlardan biriydi. Kuşkusuz
bu okullar müfredatlan ve disiplinleriyle, iktidarın kaygılarını ve ideolojisini
yansıtıyorlardı. Ama yine de bir Müslüman orta sınıfın yetişmesinde,
sosyal ve kültürel modernleşmede çok önemli rol oynadılar. Daha çok
toplumun ve kültürün incelenmesine yönelen başka araştırmalar, Abdülhamid
devrinin -belki son yıllan hariç- bir cehalet ve karanlık dönemi
olmadığını, tam tersine özellikle de Doğu Akdeniz'in liman kentlerinde
bir "B elle Epoque" görünümüne bütündüğünü göstermektedirler.
Eğer Abdülhamid imparatorluğu kalıcı bir biçimde ayağa dikmeyi başaramamış
ve imparatorluk onun ardından hızla çökmüşse, eserinden
geriye ne kalmıştı? Yaptıklannın arkası gelmiş miydi?
Padişahlıkla birlikte canlandırdığı hilafet kurumu ondan sonra birkaç
yıl daha sürdü, sonra Türkiye Cumhuriyeti çerçevesinde yürüttüğü milliyetçi
ve laik siyasette bu kuruma ihtiyaç duymayan Mustafa Kemal Atatürk
tarafından 1924'te kaldırıldı. Abdülhamid'in va.risleri de halife unvanını
taşıdılar -hatta II. Abdülmecid (1922-1 924), 1 922'de Osmanlı
saltanatı yürürlükten kal dm ldıktan sonra sadece "halife" olarak kalmıştı.
Ama Jön Türklerin baskısıyla V. Mehmed Reşad'ın Birinci Dünya Savaşı'nın
başında, sömürgeleril). Müslümanlarını ayaklandırmakgibi beyhude
bir umudun peşinde, cihad ilan etmesi dışında, son sultanların bir
"hilafet siyaseti" izledikleri, yani bu kurumu içeride ve dışarıda, Abdülhamid'in
yaptığı tarzda, siyasi bir araç olarak kullandıkları söylenemez.
Bu anlamda "son sultan"ın aynı zamanda modern dönemin ilk ve son
halifesi olduğu da ileri sürülebilir. Bugün İslam Alemi halifesiz, birleşik
bir ruhani önderlikten yoksun olarak yaşamaktadır. Özellikle İslamcılar
arasında hissedilen hilafet nostaljisi, hem Hulefa-i Raşidin devrinden
1 3. yüzyıla gelinceye dek bu kurumun koruduğu büyüklüğünden hem
de Abdülhamid'in otuz üç yıllık saltanatı boyunca biriktirdiği simgesel
sermayeden beslenir.
Abdülhamid'in politikası temel bir çelişkiyle karşılaşmıştı: Eğer imparatorluğun
istikbali İslam sancağı altında Anadolu ve Yakındoğu'ya
kaymışsa, bu ülkenin gayrimüslirn nüfusu ne olacaktı? Eğer İslam toplumun
harcı olacaksa, Osmanlı çoğulculuğunane olacaktı? Abdülhamid
uygula