alfred
Arı gibi sokarım, çelebi gibi uçarım
En Beğenilen Yazar Sırası
:
24
Toplam Başlık Sayısı
:
15
Toplam Puanı
:
47
Toplam Giri Sayısı
:
99
Bu Ayki Puanı
:
24
En Aktif Yazar Sırası
:
24
Barbaros hayrettin paşa
insearchofsunrise
Öncelikle ben başa alayım Barbaros Hayreddin Paşa'nın ismi aslında Hayreddin de değildir. Bu ismi ona Kanuni Sultan Süleyman, yaptığı üstün hizmetler dolayı vermiştir anlamı da "dinin hayırlısı" dır. Barbaros Hayrettin Paşa'nın asıl ismi Hızır Paşa'dır. Hayreddin'i nasıl aldığını biliyoruz artık şimdi gelelim Barbarosa.
Yusuf, İshak, Oruç, Hızır ve İlyas bunlar beş kardeşti. Oruç ekibin lideri, Hızır ise bizim Hareddin Paşa. Dört kardeş denizciliği seçti, Yusuf ise hep doğum yerleri olan Midilli'de kaldı. Dört kardeş Akdenizde deniz ticareti ile başladılar fakat sonraları ünleri Mısır'a kadar dayandı. Bunun üzerine Avrupalılar bu kardeşleri, özellikle de ekibin lideri Baba Oruç'u yani Oruç Reis'i kızıl sakal olarak anmaya başladılar. Gerçekten de Oruç Reis'in sakalları kızıldı. İtalyanca da Sakal "la barba" dır renk ise kelimenin sonuna gelir ve kelimenin çekimine göre hal alır (örneğin kırmızı "rosso" veya "rossa" olabilir) Nitekim Kızıl sakal da Barbarossa olarak şekil alır ve bu isim de Oruç Reis ve kardeşlerinin takma ismi olur.
Bir gün Midilli’den Trablusşam’a mal götürürken Rodas’lu Saint-Jean şövalyelerinin savaş gemileri Barbarossa kardeşlerin yolunu keser ve İlyas burada ölür, Oruç Reis ise esir alınır. Sonra Oruç Reis tutsaklıktan kaçar ve kardeşler birleşip Akdenizde kök söktürmeye başlarlar birçok Hristiyan gemisini ele geçirirler.
Oruç Reis 1517’de İspanyollardan Cezayir’i alarak Sultan unvanıyla bir Türk devleti kurar. İshak Reis’in 31 Ocak 1518’de ölümünün ardından ise İspanyollarla yapılan savaşta Oruç Reis ölür(10 Ekim 1518).
Cezayir’deki devletin başına da Hızır Reis yani Barbaros Hayrettin Paşa geçer ve padişaha elçiler yollayarak Cezayir’in Osmanlı buyruğuna alınmasını ister. 15 Mayıs 1519’da Hızır Reis Cezayir Beylerbeyi payesiyle paşa olur.
Artık Hızır Reis, Barbarossa yani Barbaros olarak tanınır. Daha sonra Kanuni ise verdiği üstün hizmetlerden dolayı ona Hayreddin ismini de koyar ve Barbaros Hayreddin Paşa ismi oluşur.
Bayrampaşa Silahlı Saldırısı
insearchofsunrise
Ya da okumazsan ben o kaynaktan şu cümleyi alıp naklediyim:" PKK, şehir içlerinde çatışan YDG-H'ı lağvederek YDG-H, Öz savunma birlikleri ve kırsal kesimden gelen militanları tek çatı altında toplayarak YPS'yi (Yekineyen Parastina Sivil) kurdu."
Öte yandan diger soylediklerinin hepsi benim dediklerimi doğruluyor, özellikle HDP'nin iletişimi olup da "HEPAR'ın ne iletişimi olacak ki?" demenin altında zaten makro sorunun ta kendisi yatıyor.
Tarih boyunca hangi coğrafyaya bakarsan bak Marksist-Leninist düşünce yanında devrim kelimesini de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle de 20 küsür yıl önce kurulmuş olan DHKP-C bu düşüncenin silahlı bir örgütü olarak, sence bugün ülkeye komünizm getirmek için Bayrampaşa Saldırısını gerçekleştirdi sence?
Sence bu saldırının amacı ülkenin Markisistleşmesi, Leninistleşmesi mi?
Özellikle bu kadar gergin ve kritik bir siyasi havada? Biraz daha makro bakmanda fayda var.
Zaten şu anda istenilen sizin gibi gençlerin mikro örgütler arasında kaybolup soruna makro bakmaması. Bizden geçiyor artık ama sizin daha bilinçli yaklaşmanız lazım. Makro bir algı oluşturmak için daha geniş bakman lazım. Şunu unutma kapitalizm ve komünizm kavramlarını kuran ve bu kavramlar üzerinden böl-yönet politikası uygulayan kişilerin ne DHKP-C'den ne de YPS'den haberi var. Görevleri bu örgütlere dağıtanlar veya onları bunları yapmaya teşvik edenler piramitin daha altında olup oyunu yönetenlerdir. Piramitin en tepesindeki oyun kurucular oyunlarını mikro örgütlere bakmadan belirlerler. Daha sonra da bu amaçlar doğrultusunda pire gibi salınmış örgütler kullanılarak farklı eylemler gerçekleştirilerek hem risk dağıtılır hem de alt gruplara farklı kitleleri çekerek toplamda daha çok kişiye ulaşılır.
Konuyla ilgili son bir örnek vereceğim açıklayıcı olsun diye: Volkswagen'in halk arabası olarak çıkıp daha sonra sınıfında büyük bir kitleye satış yapmasından sonra aldığı karar, onu yeni kitlelere hitap etmeye yönlendirmiştir. Sonra da Seat, Bugatti ve Porsche gibi markaları Volkswagen bünyesine katmıştır. Dikkat edelim Volkwagen Benchmarking yaparak know how'ı alarak bu segmentlerde ara üretmiyor direk markaları ismiyle alıyor. Bunun sebebi Volkswagen'in hitap etmediği insanları da çatısı altına almasıdır. Bu şekilde Volkswagen farklı markalar altında A sınıfına da B sınıfına da C sınıfına da hitap edebilmektedir.
Bu örnekte vermek istediğim şu. Farklı sınıflara farklı adlarla hitap ediyoruz deyip de insanların odağını bölmek, büyük bir siyaset oyunudur. Sonuçta çatıdaki ideoloji, aynı ceplere fayda sağlaması üzere daha fazla militan toplamaktır.
Benden bu kadar, umarım faydalı olabilmişimdir.
Bir Big Mac İçin Türk'ün 3 saat 52 dk Çalışması Gerekirken Finlandiyalının 16 dk Çalışması
insearchofsunrise
Bu haberden çıkarılması gereken şudur. Dünya'da Big Mac Balance denilen birşey vardır yani Big Mac dengesi. Ülkelerin ekonomisi vatandaşlarının Big Mac alabilme kapasitesine göre ölçülür çünkü Mc Donald's fiyatlandırmayı ilgili ülkenin Satın alma gücü partiseine göre düzenlemektedir.
Sonuç şudur ki bir Danimarkalının satın alma gücü, bir Türk'e göre yaklaşık 15 kat daha yüksektir.
Şimdi o ekonomimiz süper, çok güçlü bir devletiz diyen arkadaşlara bir çift sözüm var. Biz 3 tarafı denizlerle çevrili, iklimi hem tarıma hem hayvancılığa elverişli, yer altı kaynakları olan (bor, volfran) olan bir ülkeyken Allah'ın Danimarka'sı Kuzey'e yakın elverişsiz bir iklimde bu seviyede bir ekonomiye sahip olabiliyor ve biz hala kendimizi iyiyiz diye uyutuyorsak milletçe geri zekalıyız.
Ben sanayileşememeyi, tarımı göz ardı etmeyi, İsrail'den tek kullanımlık tohum almayı, domates kökü ithal etmeyi kendime yediremiyorum. Adam çölün ortasında bir tohumdan 8 kök çıkaracak tohumu geliştirirken ben maksimum bursada bir tohumdan 4 kök çıkartabiliyorsam, ülke ortalaması da 2 kök ise biz milletçe geri zekalıyız.
Biz hala sanayileşemiyorsak, aselsan mühendislerimize bile sahip çıkamıyorsak, suikast soruşturmalarının üstünün örtülmesine izin veriyorsak, dünyanın ufak ama değerli ürün ithalatından para kazandığı bir dönemde biz hala ağır sanayi ihraç etmeye çalışıp, devletçe teknolojiye yatırım yapamıyorsak biz milletçe geri zekalıyız.
Kusura bakmayın...
Yggdrasill
bjornzkan
Alfheim (Eski norse dilinde alfheimr) Asgard'ın yanında bulunan Tanrı Freyr tarafından diyara verilen addır. Işık elfleri olarak adlandırılan canlılar bu diyarda yaşamaktadır. Rivayete göre ışık elfleri güzel canlılardır hatta "güneşten daha güzel" olarak bile tanımlanmışlardır.
Tanrı Freyr
Bu rivayetten yola çıkarsak Alfheim'in ışık ve güzellik diyarı olduğu görüşüne varabiliriz. Ayriyetten bu canlılar koruyucu melekler olarak adlandırılır. Işık elfleri insanlara sihirli güçlerin bilgileri hakkında yardımcı olur ya da kötüye kullanımına engel olurlar ve sıklıkla insanlara sanat ve müzik konusunda ilham getirdiklerine de inanılır.
12. yüzyıl şairi Snorri Sturluson, Gylfaginning adlı eserinde ışık elflerini şöyle tanımlamaktadır.
Alfheim olarak alandırılan yer, Işık elfleri adındaki canlıların yaşadığı, karanlık elflerin ise toprağın altında yaşadığı yerdir.
Onlar görünüş açısından farklılar, fakat doğaları açısından çok daha farklılar.
Işık elfleri baktığınız zaman güneşten daha büyüleyici fakat karanlık elfler ise ziftten de siyah.
My Lai Katliamı
dunyasavaslarigazisi
Tüm Dünya’da kendisini barışın sembolü olarak göstermeyi başaran, bıraksanız kendisine beyaz kanatlar takıp melek ilan edecek olan Amerika’nın, Vietnam’da yaptığı My Lai Katliamı’nı hatırlayanlarınız var mıdır?
Hatırlamak pek mümkün değil tabi ki, ellerine aldıkları dünya medyası sayesinde ne bu katliamdan bahsedilir, ne de konu kendi yaptıklarına çekilir. Gündem hep aynıdır: “Amerika’nın işgal ettiği yer suçludur, suçlu olmasaydı Amerika oraya barışı, demokrasiyi götürmezdi”.
Amerikan halkını bu olaylardan ayrı tutuyorum, vahşete boyun eğmeyen direnen nice insanlar vardı. Ki nitekim Vietnam’daki savaş da Amerikan vatandaşlarının bitmeyen ve daha da güçlenen protestoları sonunda sona erdirilmek zorunda kaldı. Problem savaş ekonomisi yönetip kendisini melek gibi gösteren insanlardaydı. Bu kadroya daha sonradan Irak’ı işgal edecek Buşt’un biri de dahil olacaktı.
Gelelim My Lai Katliamına
1954 yılında yüz yıllık egemenlikten sonra Fransa Vietnam’dan çekilmek zorunda kalmıştı. Fakat Fransa iktidara jet hızıyla Ho Chi Minh önderliğindeki Vietnam Komünist Partisi gelecekti. Bunu bilen ABD, bu gelişimin sonucunun Soğuk Savaş’ın dengesini değiştireceğini ve emperyalizme büyük bir darbe vuracağını biliyordu ve Fransa’nın güneye, Ho Chi Minh önderliğindeki ordunun da kuzeye kaydırılmasını öngören bir anlaşma imzalattı. Bu anlaşma gereğince 1956’da genel seçim yapılacaktı ve bu 2 sene boyunca Fransa ülkenin güneyini yönetmeye devam edecekti. Seçimin galibi de tüm ülkenin iktidarı olacaktı.
Tabi ki bu seçimler yapıldığında oyların çoğunu Ho Chi Minh alacaktı. Bunu adı gibi bilen ABD de genel seçimleri bekletmeden Vietnam Savaşı’nı başlattı. Kendileri henüz bir sömürge kaybetmeye hazır değillerdi. Öte yandan kalay, kurşun, kauçuk, pirinç gibi ürünler ve ucuz iş gücü de Vietnam’ın en büyük avantajlarından dı. Vietnam, ABD için kaybedilecek bir ülke değildi.
Amerika kendi ülkesinde yaşayan bir Vietnamlı olan Ngo Ding Diem’i Vietnam’a getirildi ve onu ülkenin lideri olarak atandı. Güneyde gerçekleştirdiği yoğun bir politik, ekonomik ve askeri müdahaleyle Güney Vietnam’da yeni bir devlet yarattı. Bu devlet daha sonra bu devleti Kuzey Vietnam’a saldırtmaya başladı.
Komünist parti de buna karşılık vererek Güney’de gerilla hareketleri (NFL) örgütledi. Savaş iyice kızışmaya başlamıştı. Amerika Güney Vietnam’ın NFL ile başa çıkamayacağını anlayınca 1963’te savaşa direk müdahale edip Amerikan askerlerini Vietnam’a yığdı. Öylesine vahşice savaştılar ki daha Vietnam’a gireli 6 ay olmuşken “Gök Gürlemesi” adını verdikleri harekatla Kuzey Vietnam’ı bombalamaya başladılar. Tek başına bu harekâtta, Vietnam’a, İkinci Dünya Savaşı sırasında atılan tüm bombalardan daha fazla bomba atıldı. Irak’a kimyasal silah var diye giren Amerika, Vietnam’da kimyasal silah kullanmaktan çekinmiyecekti, hatta bu kimyasal silahlar daha sonra ülkenin bitki örtüsünün %10’unu kullanılamaz hale getirecekti. Napalm bombasında etkilenen çocuklar çaresice çırıl çıplak yollarda koşacaklardı, içten içe yanacaklardı.
1963’te 23 bin olan Amerikan askerinin sayısı 1969’da 542.000’e ulaştı. Hala Vietnam’a boyun eğdiremiyorlardı. Halk artık boyun eğmekten bıkmıştı, herkes savaşıyordu.
16 Mart 1968’de de Amerikalılar My Lai Katliamını gerçekleştirdiler.
Bu katliamın özelliği, Amerika’nın 500’e yakın SİLAHSIZ sivili, katletmesidir. Yani açıkça savaş suçu işlemesidir.
Adam Silverman ve Kristin Hill, “My Lai Katliamı: Bir Amerikan Trajedisi” adlı eserde My Lai Katliamını şöyle anlatmışlardır: “Amerikan askerleri, sığırlar, tavuklar, kuşlar ve daha da kötüsü siviller dahil olmak üzere hareket eden her şeye ateş ediyorlardı. Köylüler herhangi bir direniş göstermiyordu; fakat askerler kulübelere el bombası atmaya, emirler yağdırmaya ve herhangi bir ayrım gözetmeksizin öldürmeye devam ediyorlardı. Vahşet sabah boyunca devam etti. Bebekler öldürüldü, çocuklar vuruldu ve kadınlar vurulma tehdidi altında tecavüze uğradılar. Çok geçmeden 500 sivil ölmüş halde yerde yatıyordu. Fakat işleri bitmemişti… bundan sonra sıra köyün yakılmasındaydı. Cesetler, evler, erzaklar, yiyecekler; her şey yakılıyordu.”
Amerikan halkı artık direnişi iyice arttırmışlardı. Ülkenin her yerinde protestolar düzenleniyordu. 2,5 milyon Amerikan askeri Vietnam’a gönderilmişti. Ölen onların çocuklarıydı, savaşa aktarılan para onların ödediği vergilerdi. İnsanlar kendi paralarıyla hem kendi çocuklarının hem de suçsuz Vietnamlıların katledilmesini istemiyordu. 24 Nisan 1971’de Amerika’da belki de ABD tarihinin en büyük politik gösterilerinden birisi gerçekleşmişti.. San Francisco’da 300 bin, Washington’da ise 500 – 750 bin arasında insan gösterilere katıldı.
Gösteriler, iş bırakma, vergi ödememe, askere gitmeme gibi boyutlara ulaşınca 1975 yılında, 20 yıllık bir savaş sona erdi. Ve en sonunda emperyalizm Vietnam’dan atıldı. Vietnam’ı bölemediler. Buna karşı çıkan ise hem Amerika hem de Vietnam halklarıydı…
Savaşta 2 milyon Vietnamlı sivil, 50 bin ise Amerikan askeri öldü. Kızılderililere soykırım uygulayan, Avrupa ile birlikte Afrika’yı köleleştiren, Vietnam’da bir medeniyeti katleden, kimyasal silahlar kullanan, sivilleri birer tavuk gibi vuran Amerika, bugün Ortadoğu’da da aynı politikayı güderken, her yerde barış görüşmeleri yapıyorsa bu tarihin tekerrür etmesinden başka bir şey değildir.
Fakat bu sefer Amerika daha temkinkli. Amerika, Vietnam'daki sonucu tekrar yaşamamak için, Ortadoğu kıyımında halkın desteğine ihtiyaç duydu. Ve halkın Ortadoğu'daki yıkımı desteklemesi için İslami terör olgusunu yarattı. İkiz kulelerle başlayan İslami terör olgusu IŞİD gibi terör örgütleriyle daha da arttı. Özellikle Avrupa'da yaşanan patlamalar tüm dünya halklarının İslami terörü bir tehdit olarak algılamasını sağladı. Artık Ortadoğu'daki yıkımı "İslami teröre darbe vurmak" olarak algılayan büyük bir kesim var.
Halkın desteğini de arkasına alan beyaz kanatlı melek Amerika, Ortadoğu'daki petrollerle veya büyük ortadoğu projesi gereğince böl-yönet stratejisiyle ilgilenmiyor, halkının refahı uğruna Ortadoğu'daki islami terörü bitiriyor. Helal olsun o Amerika'ya! Hızır gibi yetişti...
Atakan BÜYÜKDAĞ
Kaynak: http://atakanbuyukdag.com.tr/vietnam-savasi-my-lai-katliami/
Leonard Siffleet'in İdamı
dunyasavaslarigazisi
Leonard Siffleet ve 2 diğer komando arkadaşı II. Dünya Savaşı'nın en hararetli yıllarından birisi olan 1943'te Japonların askeri hareketlerini izlemek üzere Papua Yeni Gine'ye gönderildiler. Görevleri ise burada bir sahil izleme istasyonu kurmaktı. Fakat atladıkları bir nokta vardı: Yeni Gine, Japonların kontrolü altındaydı.
Siffleet ve 2 arkadaşı Yeni Gine yerlileri tarafından yakalandılar ve hemen Japonlara teslim edildiler. 3'ü birden yoğun bir karargaha götürüldü. Burada sorguya çekildiler ve işkence gördüler.
2 hafta sonra da tam olarak 24 Ekim 1943'te gözleri bağlı bir şekilde Aitape sahiline getirildiler. 3'ünün de kafalarının koparılmasına karar verilmişti.
Şimdi görev sırası fotoğrafta gördüğünüz eli kılıçlı asker Yasuno Chikao'daydı. Fotoğrafta gördüğünüz gibi kılıcını kaldırdı ve Leonard Siffleet'in kafasını uçurdu...
Not: Bu fotoğraf Japonların Müttefik askerlerini bu şekilde idam ettiklerini resmeden tek fotoğraftır ve 1944 yılında Amerikan birlikleri tarafından ölü bulunan bir Japon binbaşısının üzerinden çıkmıştır.
Atakan BÜYÜKDAĞ
boyabat kalesi
dolayoba
Kale, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu tarafından 23.10.1987/3772 tescil kararı ile tescillidi.
görünüşü korku filmlerindeki şatoları andırır. boyabat kalesi gazidere çayı'nın, arasından aktığı iki kaya kütlesinden sol taraftakinin üzerinde bulunur. bu kaya kütlesi aynı zamanda boyabat ovasına hakim bir konumdadır. buradan isfendiyar dağlarına kadar bütün ovayı izlemek mümkündür.
kaleye ancak şehir merkezinden çıkılabilmektedir. kaleye ulaşmak için boyabat'ın kale dışındaki ilk yerleşim yeri olduğu kabul edilen gökdere mahallesi'nden çıkmak gerekir. yol ancak kertil denilen ve daha önce bekir paşa suyunun dağıtım şebekesinin bulunduğu -ki bazı çalışmalar sırasında çökmüştür.- mevkiye kadar ulaşır. buradan itibaren yaya olarak devam edilmesi gerekir.
bizi ilk karşılayan, kalenin yolunda ve kayalar üzerine oyulmuş bulunan merdivenlerdir. bu merdivenler oldukça yıpranmış durumdadır. sonunda, kalenin dış duvarı yer alır.
bütün ihtişamı ile önümüzde duran kaleyi ilk defa paflagonyalılar kurmuşlarsa da bugünkü kale türklere ait bir eserdir. ilk kuruluşundan bu güne kadar iki-buçuk asırdan fazla bir zamanın geçtiği tahmin edilmektedir (mö. 600-700). surlar ve iç kısımda bulunan su deposu kalenin türklerin eseri olduğunu göstermektedir. kalenin bir kitabesinin bulunduğuna dair rivayetler varsa da bununla ilgili sağlam bir bilgiye rastlanmamıştır.
kalenin su ihtiyacı döme dağı tarafından getirilen avgın su ile karşılanmıştır. bununla ilgili su kemeri ve avgınlara rastlanmaktadır.
kaleye giriş büyük kulenin yanındadır. kapıdan girince iç avluya ulaşılır ve iç avlunun etrafı surlarla çevrilidir. bu avluda 1830'da otuz haneli bir evin bulunduğu rivayet edilmektedir.
kule hem ovaya hem de kaleye hakim olacak şekilde ve yüksek olarak kurulmuştur. kuleye bir kısmı dışarıda, bir kısmı da kule içerisinde bulunan merdivenlerden çıkılmaktadır. büyük gövdenin üzerinde bir küçük kule daha bulunmaktadır. buradan ova ve çevresinde bulunan bütün yerleşim alanları, yollar görülebilmekte, böylece kalenin özellikle buraya kurulmasının sebebi anlaşılır. boyabat çevresindeki birçok yüksek yerden de boyabat kalesi görülebilmektedir.
kale surları kaya yapısına göre şekillendirilmiş ve çeşitli yerlere dörtgen ve yuvarlak burçlar konmuştur. surlar ve burçlar avlunun etrafını tamamen çevrelemiştir. burçlardan kalenin çevresi incelendiği zaman çok sarp bir kayanın üzerine kurulduğu ve savunmasının çok kolay olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.
kaleye girişi zorlaştırmak için surlar aşağı doğru uzatılmış ve buralarda ufak taraçalar oluşturulmuştur. en aşağıdaki surun altında bir kaya tüneli bulunmaktadır ki, buna halk cirabozan da denmektedir.
boyabat kalesi'ni ilk kuranlar kireç kayanın da kolay oyulmasından yararlanarak aşağıdaki çaya inen bir tünel açmışlardır. tünelin eni 3.5 ve yüksekliği 3 metredir. aşağı doğru helezon şeklinde yapılmış bu tünelden merdivenlerle inilir. merdivenler define arayıcıları tarafından tahrip edilerek aşınmış ve zor yürünür hale gelmiştir. burada ikisi gizli olmak üzere üç pencere vardır, üçüncü pencere çaya bakar ve pencerenin yanında küçük bir oda bulunur. tünelin bütün merdiveni 252 basamaktan meydana gelmiş ve tünelin en altında çayın tabanından az yüksekçe bir çıkış bulunur. bu çıkış mağara yapıldığı zaman suyun seviyesinde olması ihtimali kuvvetlidir. zaten kayanın çevresindeki aşınmalar bu görüşü desteklemektedir. böylece kalenin ihtiyaçları karşılanabiliyordu.
wilm hosenfeld
WilmHosenfeld