Bu alana yazacağınız yazı sizin konu başlığınız olacaktır. Eğer konunuz var ise listelenecek, eğer konunuz yok ise yeni konu ekleme sayfasına yönlendirileceksiniz. Konu başlığınızı yazdıktan sonra ileri butonuna yada enter butonuna basınız.
Arama butonuna basarak sayfaya yönlendirileceksiniz.
Büyük Buhran
katana
İtalya'da Benito Mussolini ise faşist yönetimiyle birlikte baştaydı, Almanya'da Adolf Hitler hapiste, ve zaten ekonomik olarak bitmiş durumdaydı. ülkeler savaştan çıkmış, avrupa da ekonomi yerlerdeydi. ama bu avrupa’ya özel birşeydi herkes aynı bunalımı yaşamıyordu. dünya’da dönen para avrupa’da eksilirken başka bir yerlerde artması lazımdı. paranın arttığı o yerler öyle yerlerdi ki orada insanlar hangi gayrimenkulü alsam, ya da gayrimenkul almayayım biraz hisse alayım, ya yine bitiremedim şu parayı ne yapsak acaba nereye koysak bu paraları derdine giriyorlardı. orası tam olarak amerika’ydı, amerikan rüyası da böyle bir şeydi.
i dünya savaşından sonra amerika, dünyanın en büyük alacaklısı olmuştu. tüm avrupa amerika’ya borçlu kaldı. savaşı kazananlar da kaybedenler de. kazananlar amerika’dan aldıkları savaş desteği ve silahlardan dolayı borçlanmışlardı kaybedenler ise her zamanki gibi son yıllarda savaşa dahil olup, o döneme kadar silah satan sonra da kazanan tarafa geçip anlaşmalarda pastanın büyük kısmını kapan amerika’ya savaşı kaybetmelerinden dolayı borçlu kalmışlardı.
parayla ne yapacağını artık bilemeyen amerika, fazla gelen parasını afrika’ya büyük krediler vererek değerlendiriyordu. aslında bu tarihin en büyük kapitalizm oyunudur. bir örnekle açıklamak gerekirse toplam parası 4 milyar dolar olan bir ülkeye siz 20 milyar dolar kredi verirseniz ve bunu da faiziyle birlikte 25 milyar dolar olarak isterseniz o ülke ihracat devi olmadığı sürece veya yatırım almadığı sürece o aradaki 1 milyar doları hiçbir şekilde fazladan oluşturamaz. bu nedenle de aldığı krediyi kullanıp geri ödeyemez. bir iki taksitini öder sonra tıkanır. peki, amerika bu krediyi verirken bunu bilmiyor mu, çok da iyi biliyor. tam da bu nedenle kredi veriyordu. kredisini ödeyemeyen afrika ülkelerine “borcunu ödeyemiyorsan, biz de o parayı senden maden olarak geri alırız” diyen amerika tüm değerli cevherleri yok pahasına afrika’dan borçlarına karşı almıştır. dünya’nın en temiz sömürge sistemi bu şekilde gelişmiştir. i̇syan yok, işgal yok, fetih yok, yerel yönetim yok, baş ağrısı hiç yok nasıl olsa sömürülenler gece gündüz çalışıyor…
amerika resmen altın çağını yaşıyordu, hisse senetleri durmadan artıyordu elinizi neye atsanız değerleniyordu. i̇nsanlar gerçekten parayı ne yapacağını bilemez bir hale gelmişti. ford, amerika’da devrim yarattı, işçi maaşlarına müthiş bir zam yaptı. ucuz arabalar satıp kaliteli işçiler çalıştırıyordu. i̇yi çalışan işçilerine o zamanın parasıyla 5 $ bugünün parasıyla yaklaşık 150 $ günlük yevmiye veriyordu. ki bu normalde özel sektörde çalışan bir işçi için devrim niteliğindeki bir paraydı. i̇şçiler artık tatile çıkıyordu, gayrimenkul alıyor yatırım yapıyordu. tatil yerleri ihtiyacı belirdi ve florida’yı acaba turizm cenneti mi yapsak tartışmaları çıkmaya başladı. avrupa yiyecek patates bulamazken amerika’da saçma sapan bir ekonomik rahatlık vardı, kapitalizm rüyası gerçekleşmişti. herkes bir şeylere sahip oluyordu. ama her güzel şeyin bir sonu vardı.
herkes herşeyi talep edince tarla sahipleri bile duruma uyandı. 100 ediyorsa tarlaları 200’e satalım dediler. gayrimenkul fiyatları, hisse fiyatları öyle şişmişti ki çok belliydi çok geçmeden patlayacaktı.
para o kadar değersizleşmişti ki amerika paranın gitgide değersizleştiğini gördüğü için alacağı savaş tazminatlarını altın olarak istemeye başladı. şimdi bir dakika zaten dünya’daki altın rezervi yetersizdi olanı da amerika elinde tutuyordu. bu ne kadar saçma bir politikaydı böyle?
ama şımarık çocuk amerika dinler mi daha da fazla paraya ihtiyacı vardı. i̇sterse avrupa tarih sahnesine gömülsün umrunda değildi. nitekim de öyle yaptı. altın olarak istedi savaş tazminatlarını. alacağını zannederek tabi ki? kim altınla ödeme yapabilirdi ki öyle bir imkan yoktu. sonuçta alamadı da zaten.
i̇şte tam bu noktada amerika hayatının en büyük hatasını yaptı. rockafeller ve rothshield 1921 ve 1928 arasında ticaret bakanlığı yapmış olan herbert c. hoover’ı calvin coolidge’nin yerine abd başkanlığına getirdiler. yüksek bir askeri derecesi olmayan hatta ofis tecrübesi bile olmayan hoover tepeden inme bir şekilde abd başkanı olmuştu.
bu kadar tecrübesiz bir başkanı abd’nin başına getirmenin cezası çok büyük olacaktı.
hoover ve ultra tecrübesiz yönetimi liberal ekonomiyi savundular. biz şirketleri denetlemiyoruz, isteyen banka açsın isteyen istediğini yapsın özgürsünüz dedi. bu ne demekti biliyor musunuz? her önüne gelenin banka açıp kredi dağıtması demekti. siz bankaya para yatırıyorsunuz ve o banka anında hiç rezerv koymadan bana o parayı kredi olarak veriyor. siz paranızı bankadan çekmeye gidiyorsunuz ortada para yok!
amerika’daki 200 büyük şirket ülke ekonomisinin %50’sine sahipti. bu kadar salakça bir yönetim şekli olabilir mi? şirketlerin birinin batması demek ülkenin krize girmesi demekti. ama rothsield’ın ve rockafeller’ın en büyük pişmanlığı olan hoover’a göre herşey çok iyi gidiyordu.
bankalar dağıttıkları kredileri toplayamayınca yavaş yavaş batmaya başladılar. verdikleri paraları geri alamayan vatandaşlar ise tam bir kabus yaşıyorlardı.
paraya sıkışan vatandaşlar fahiş fiyatlara aldıkları gayrimenkulleri satışa sundular fakat yarı fiyatına bile satamadılar. gayrimenkulun değer kazanmadığını gören insanlar bu sefer borsaya abandılar. bu talep hisselerin aşırı yükselmesine sebep oldu, piyasa yapıcılar borsayı kontrol edemiyordu. nitekim 24 ekim 1929 günü new york borsası %12,8 düştü, o günün parasıyla işçilerin 6-7 dolar günlük yevmiye aldığı o zamanın şartlarında 4,2 milyar dolar yok oldu. binlerce banka battı, şirket iflas etti. bu daha buzdağının görünen kısmıydı domino etkisi bundan sonra başlayacaktı.
(bkz:Dinleyin! II. Dünya Savaşında Oradaydım Tüm Bilinmeyenleriyle Anlatıyorum)