Ulusal direnişin ve bölgesel milis (halk) birliklerinin ilk kıvılcımı olan Kuva-yi Milliye, yurt çapında özellikle Güneydoğu Anadolu’da Fransız ve İtalyanlara karşı, Ege Bölgesi’nde ise Yunanlıların Anadolu’yu işgaline karşı bölgesel nitelikli direnişin sembolü olmuş düzensiz (gerilla) birlikleridir.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Harbinde aldığı yenilgi ve ardından Türk milletine uygulatılmaya çalışılan emperyalist bir işgal planından başka bir amaç ifade etmeyen Mondros Mütarekesi, içeriği ve hazırlanış amacı olarak bir paylaşım ve parçalama belgesiydi. Öncelikle Paris Barış Konferans’ında hiçbir hakkı olmamasına rağmen Yunanlıların İzmir’i işgalinin meşrulaştırılması ve ardından İzmir’de Yunanlıların silahsız askerleri öldürmesi ve halkın canına, ırzına ve hayati değerlerine yapılan tecavüzün İstanbul hükümeti tarafından hiçe sayılması, başlarda bölgesel cemiyet grupları halinde örgütlenen hareketin artık silahlanma zamanının geldiğini gösteriyordu. O saatten sonra silahlı bir örgütün kurulması ve bölgesel nitelikli olsa da vatanın her karışı kanla sulanmadıkça Anadolu’nun teslimi düşünülemezdi.
Osmanlı İtilaf bloğuna teslim oldu ve Paris Barış Konferans’ında (18 Ocak 1919) sözde Rumları korumak adına İzmir Yunanlıların işgaline bırakıldı. İşgalin meşrulaşmasının ardından olayların tırmanmasını istemeyen Osmanlı Hükümeti, İzmir’deki askerlerin kışlalarından çıkmamaları için emir verdi ve şehirdeki Rumlar en büyük amaçları olan Büyük İdea’nın (Megola İdea) gerçekleştiğini görerek sevinç gösterilerinde bulunuyorlardı. Bölgenin gerçek sahipleri olan Türk halkı ise ne yapacaklarını bilemez halde yurdun dört bir yanında mitingler düzenleyerek işgali protesto ediyorlardı.
Ve en sonunda korkulan oldu, Yunanlılar 15 Mayıs 1919 günü şehri işgale başlamışlardı. İskelede ve yollarda askerlerin üstüne demet demet çiçekler atan Rum halkı, “Zito (yaşasın) Venizelos” diyerek çığlıklar atıyor ve askerleri selamlıyorlardı. İstanbul Hükümeti’nin yayınladığı talimatnameye uyan Türk halkı evlerinden ve asker ise kışlasından dışarı adım atmıyordu. Fakat direnişe ve Yunanlıların bu alçaklığına göz yummayan Gazeteci Hasan Tahsin direnişin sembolü olan o ilk kuşunu attı. Peki ama Gazeteci Hasan Tahsin Kimdir?
1888 yılında Selanik’te doğan Hasan Tahsin’in gerçek adı Osman Nevres’tir. İlk, orta ve lise eğitimini Selanik’te almasının ardından İstanbul’a gelen Nevres, II. Meşrutiyetin ilanından sonra İttihat ve Terakkiye katılmış ve Talat Paşa’nın yakın korumalığını yapmıştır. Daha sonra Fransa’da ki Sarbone Üniversite’sinde Siyasal Bilimler okuduğu sıralarda İtalyanların Trablusgarp’ı işgalinden sonra Türlere karşı yapılan propaganda hat safhalara ulaşmıştı. Trablusgarp Savaşı’nın devam ettiği günlerde yayınlanan bir belgesel filme giden Nevres, filmde Türklerin aşağılanmasına katlanamayarak kendisini sahneye atmış ve filmi durdurarak “Türkler en az sizin kadar insandırlar, bilinenin aksine Türk halkı ne gaddarlıkla ne de barbalıkla suçlanamaz” diyerek karakola düşmüştür. Osman Nevres ile ilgili Stephan Lausenna “O bir vatanseverdir” demiştir.
Daha sonra Balkanlarda aleyhimize propaganda yürüten Buxton kardeşlerin konuşma isteğine “Bizim barbar Türkler’le konuşacak bir şeyimiz olamaz” diye yanıt vermeleri üzerine kardeşleri Bükreş’te bulundukları otelin önünde kurşun yağmuruna tutan Osman Nevres, kardeşleri ağır yaralamış ve Romen mahkemesinde yargılanarak ağırlaştırılış hapse mahkum edilmiştir. Fakat I. Dünya Harbi’nde Bükreş’e giren Türk ordusu komutanı Hilmi Paşa tarafından zindandan kurtularak vatanına dönmüştür. Fakat zindanda ciğerlerinden rahatsızlanan Osman Nevres, Talat Paşa tarafından Tüberküloz tedavisi için İsviçre’ye gitmesi sağlanmış ve adına düzenlenen pasaportta babasının adı olan Hasan Tahsin kullanılmıştır. Bu olaydan sonra adı Hasan Tahsin olarak bilinmeye başlanmıştır. 1918 tarihinde yurda dönen Hasan Tahsin, Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin yayın organı olan “Hukuk-u Beşer”in başyazarlığını yapmıştır. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden bir gün önce, işgalci güçlere karşı koyma ve vatanı savunma hareketi için toplanan Redd-i İlhak Beyannamesi’ni hazırlayan vatanseverlerden biridir. 15 Mayıs günü Yunanlıların İzmir’e girişini kordondan izleyen Hasan Tahsin, Yunan bayrağını taşıyan askerlere yoğun ateş açmış, bazılarının ölümüne sebep olurken çoğunu da yaralamıştır. Açılan ilk ateşin ardından kurşun yağmuruna tutulan Hasan Tahsin oracıkta can vermiş ve anısına İzmir Konak Meydanı’nda bir anıt dikilmiştir.
İzmir’in keyfi bir şekilde Yunanlılara peşkeş çekilmesini sindiremeyen Gazeteci Hasan Tahsin’in ilk kurşunu sıkmasının ardından bütün Anadolu İzmir için tek yürek olmuştur. Bölgesel direnişin ikinci kalesi olan İzmir, subaylar tarafından örgütlenen gayri-nizami harp taktikleriyle hareket eden bir grup tarafından işgale karşı durmaya başlamıştı. Kurulan bu birlikler efelerden, yiğitlerden ve akıncı ceddinden gelen serdengeçtilerden vücut bulmuş bir neslin evlatlarıydılar. Ayağında yırtık çarık, elinde süngüsü Anafartalar’da, Conkbayırın’da düşmanın üstüne atlayarak adeta kendini yurduna siper eden bir halkın torunlarıydılar.
Yurdun dört bir yanı ateşler içinde yanarken milis kuvvetleri kendi kasabalarını, illerini savunmaya başlamıştı. 1919 senesinin 28 Mayısı’nda düşmana aman diletmeyen milis kuvvetleri Ayvalık’a asker çıkaran Yunanlılara karşı direnmiş ve 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali Bey (Ali Çetinkaya) düşmanı kurşun yağmuruna tutmuş ve ilk direnişi başlatmıştı. Kurtuluş Savaşı’nın ilk çatışmalarından olan bu olayın ardından Yarbay Ali Bey Yunanlılara karşı Bergama ve Akhisar Beldelerinde de saldırılarda bulunmuştu. Aynı günlerde kuzeyde Soma ve Akhisar bölgelerinde Yunanlılara karşı 61.Tümen Komutanı Miralay Kazım Bey (Kazım Özalp) tarafından da bir cephe kurulmuştu. Daha güneye indiğimizde, Yörük Ali Efe komutasında milislere Denizli yöresinden gelerek katılan Tümen Komutanı Hacı Şükrü Bey tarafından yapılan destekle Aydın düşman kuvvetlerinden alınmaya çalışılmış; fakat daha sonra aynı bölgede en bilinen Kuva-yi Milliye önderlerinden olan Demirci Mehmet Efe komutanlığında bir ön cephe oluşturulmuştu. Düzensiz birliklerin önderlerinden başka bir isim olan Çerkez Ethem ise, Salihli-Alaşehir bölgesinde Yunanlılarla çetin muharebelere girmişti.
Direniş devam ederken Kuva-yi Milliye hareketini bir çatı altında toplayabilmek ve düşman ilerleyişine karşı alınabilecek tedbirlerin görüşülmesi için Batı Anadolu’daki il ve ilçelerin katıldığı ve 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa nezaretinde önce Balıkesir ve ardından Alaşehir Kongreleri düzenlenmiş, Yunanlılarla yapılan savaşta gerilla savaşının etkisiz kaldığı anlaşılarak Kuva-yi Milliye hareketi terk edilerek Ali Fuat Paşa’nın komutasında düzenli birlikler oluşturulmaya başlanmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın Güney Cephesi, Fransız kuvvetleri ve yanlarındaki Ermeni çeteleri ile Kuva-yi Milliye birlikleri arasındaki çatışmalardan ibarettir. Paylaşım planına göre Maraş, Antep, Urfa ve Adana illerini işgal eden İngilizler, Sykes-Picot Antlaşması ile bu yerleri Musul (Suriye İtilafnamesi) hariç Fransızlara bırakmışlardır.
1) Maraş’ın Fransızlar Tarafından İşgali ve Sütçü İmam Hikayesi:
22 Ocak 1920 tarihinde başlayan Maraş işgali direnişinin sembolü Sütçü İmamdır. Fransızların Maraş’ı İşgali önceleri ufak gruplar arasında ufak çaplı sataşmalar halinde başladı. Bu sataşmalar yaşanırken asıl adı Ali olan Sütçü İmam, Uzunoluk caddesinin kenarında hem süt satarak geçimini sağlıyor, hem de hiçbir ücret almadan imamlık yapıyordu. 1919 yılının 31 Ekim Cuma günü sabahı şehirdeki Ermeni taşkınlıkları artık iyiden iyiye artmaya başlamıştı. Fransızların kentte bulunmalarından güç alan Ermeniler, Türklere hakaret etmişlerdi. Türk milletinin, örf, adet, gelenek ve görenekleri ile dinine dil uzatıyorlardı. Çeşitli mahallelerde bu taciz olayları yer ye patlak vermeye başlamıştı. Bu tacizlere destek veren Fransız askerler ise seyirci kalıyordu.
Fransızların Türleri dövmeleri ve sokakları dolaşarak kadınlara sarkıntılık etmeleri giderek artmıştı. Fakat Fransızlar, Türk milletinin karşı direnişine daha vakıf olamamışlardı. Fransızlar ve Ermenilerin bu taşkınlıkları, Türklerin azim ve iradelerini arttırıyordu. Türkler için bu sataşma ve saldırılar artık tahammülü mümkün olmayan bir yere gelinmişti. Bardağı taşıran son damla bir Fransız askerinin Uzunoluk hamamından çıkan kadınlara sarkıntılık etmeleri oldu. Bir grup Fransız Ermeni askeri ikindi üzerinde hamamdan çıkan bir Türk kadınının peçesini açması üzerine dükkanında bulunan Sütçü İmam, Fransız askerlerinin üzerine yürüdü. Bağırış ve çağırışlarla olay yerine koşan Maraş halkına işgalci askerler ateş etmiş ve Çakmakçı Sait vurulmuştu. Sütçü İmam çektiği tabancasını kılıfına sokmadı. Tek başına ortalığa dalarak tabancasını saldırgan askerler üzerine boşalttı. Biri vuruldu, bazısı yaralandı. Oradakiler onu aralarına aldılar ve saklamak zorunda kaldılar. İşgal kuvvetleri Sütçü İmam’ın peşine düşseler de o çoktan dağlara çıkmıştı ve ele geçiremediler. Sütçü İmam, direnişin ve Maraş halkının şerefinin namusunun ilk bekçisi olmuştur ve adı Maraş Üniversitesine verilmiştir. 1973 yılında Maraş’a “Kahraman” unvanı verilmiştir.
2)- Antep’in Düşman İşgalinden Kurtarılması:
Fransızların 1 Nisan 1919 tarihinde şehri işgalinden sonra 1920 yılının Nisan ayında Kuva-yi Milliye birlikleri şehri savunmaya başlamışlardır. Yaklaşık bir sene süren direnişin ardından Fransız birlikleri kente 70.000 mermi ve 7.000 kadar Türkü öldürmelerine ve takviye birlikler almalarına rağmen kente girememişlerdir. Fakat ne yazık ki kent açlık nedeniyle teslim olmak zorunda kalmıştır. Kentin savunulması bir kahramanlık efsanesine dönüşmüş ve TBMM 6 Şubat 1921 tarihinde Antep’e “Gazi” unvanını vermiştir. Daha sonra Fransızlarla TBMM arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile son şeklini almış ve 25 Aralık 1921 tarihinde Fransızlar Antep’ten ayrılmışlardır.
3)- Urfa’nın Düşman İşgalinden Kurtarılması:
Kuva-yi Milliye Urfa’da 3.000 kişilik bir milis grubu kurmuştu. Milis grubunun 12’ler olarak adlandırılan grubu kendilerine sözcü olarak Hacı Mustafa Hacıkamiloğlu’nu seçmiş ve 7 Şubat 1920 yılında Fransız komutanlığına şehri boşaltmaları için süre vermişlerdir. Ve Fransızlar birliklere daha fazla direnemeyerek 1920 Nisanı’nda şehirden çekilmişlerdir. Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması ile işgal tamamen sona ermiştir. 1984 yılında Urfa’ya “Şanlı” unvanı verilmiştir.
Mondros Mütarekesi ile kayıtsız-şartsız silahlarını, askeri birliklerini ve donanmasını İtilaf Devletleri komisyonuna teslim eden Osmanlı Devleti’nden artık halka bir fayda gelmeyeceği apaçıktı. İstanbul hükümetinin başında bulunan Damat Ferit hükümeti İzmir’in işgalinden sonra hiçbir kınama ve karşı harekette bulunmadığı için Anadolu halkı kendi şartlarıyla artık malını, namusunu ve şerefini kurtarmaya çalışmıştır. Anadolu’daki illerin sadece devletin korunması için Fransız, İngiliz, Yunan ve İtalya himayesinde bölünmesi ile birlikte işgal bölgesinde halka uygulanan mezalim ve eziyetten halkın bıkması artık bıçağın kemiğe dayandığını gözler önüne sermekteydi. Sizlerle bir örnek paylaşmak isterim, Maraş’ta Sütçü İmam’ın bir Fransız askerinin bir kadının peçesini açması nedeniyle çekip askeri vurması Anadolu halkının ne kadar değerlerine ve ahlaki değerlerine sahip çıktığının kanıtıdır. Sütçü İmam, Hasan Tahsin ve Çanakkale Şehitleri, Anadolu halkının ayağa kalkması için en büyük örnekleri olmuştur. Çünkü bütün mecmualarda yazılan bir sözdür “Türk esir kalamaz, canından vazgeçerde özgürlüğünden asla vazgeçmez.”
İlk olarak Kuva-yi Milliye, milli mücadele ruhunun ilk silahlı direniş gücüdür. Bahsi geçen düzensiz birliklerin temelini Anadolu’nun işgali ve paylaşılması oluşturmaktadır. Merkezi bir otoriteye bağlı olmayan birlikler, bölgesel kurtuluşu amaçlayan küçük çetelerden oluşmaktadır. İşgalci güçlerinin Anadolu’da ilerlemelerini engelleyen Kuva-yi Milliye hareketine ordudan terhis edilen vatansever subay ve askerlerde katılmışlardır. Bölgesel direnişi simgeleyen bu birlikler, halkın dayanışması ve tek yürek olması için milliyetçi duygularını doğurarak halkın daha da umutlanmasını ve kurtuluş savaşına destek vermelerini sağlamışlardır. Kuva-yi Milliye hareketi, düşmanı oyalamış ve düzenli ordunun kurulmasına zaman kazandırmıştır.
Yerel nitelikli bir oluşum olan Kuva-yi Milliye, Yunanlıların Anadolu içlerine kadar ilerlemeleri ile düzenli orduyu mecburi kılmış ve yerini düzenli bir orduya bırakmışlardır. Bölgesel nitelikli gerilla savaşı uygulayan bu çeteler Yunanlılara karşı eski Türk savaş stratejisi olan vur-kaç taktiği ile düşmanı oyalamıştır. Fakat zamanla Kuva-yi Milliye bir otoritesizlik ve laçkalık ile halka zarar vermeye başlayınca, Meclis tarafından 1. İnönü Savaşı esnasında düzenli ordu fikrinin doğmasına sebep olmuştur.
Kuva-yi Milliye hareketinin en önemli özelliği kendini halkına adamış ve işgalci kuvvetlerin ülkeden çıkarılması için kurtuluşu ancak ve ancak düşmana karşı savaşmakta bulmuşlardır. Yunanlıların İzmir’de halka uyguladıkları katliam ve yağmayla birlikte milletin bekası ve halkın onuru için silaha sarılmışlardır.
Çok iyi düzenlenmiş ve teçhizat olarak donatılmış Yunan birlikleri artık Kuva-yi Milliye’yi önüne katmıştı. Hatta top sesleri meclisten bile duyuluyordu. Bu buhranlı hava içinde mecliste yapılan toplantı sonucu meclisin askeri kurmayları artık Kuva-yi Milliye’nin kaldırılması için harekete geçtiler. Askeri tertip, terbiye ve disiplin ortamının oluşması düzenli birliklerin olmazsa olmazlarındandı. Bir komuta kademesi çerçevesinde düzenli birliklere dahil edilen Kuva-yi Milliye hareketinden Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem Birlikleri haricinde ordu düzeni sağlanmıştır. İlk önceleri bölgesel kurtuluş ve savunmanın adeta bir ışık gibi parladığı Kuva-yi Milliye zamanla düzenli birliklere direnmez duruma gelmişlerdi. Anadolu’nun kesin olarak düşman işgalinden kurtarılmasını amaçlayan Mustafa Kemal Atatürk ve Milletvekilleri istenilen bu sonucun Kuva-yi Milliye ile alınamayacağının farkındaydılar. Kuva-yi Milliye, otoritesizlik ve laçkalığın merkezi haline gelmişti. Kendi cezalarını kendileri kestikleri ve halktan zorla yiyecek ve maddi yardım sömürdükleri için halk giderek bu birliklere düşman olmuştur. Düzenli birliklerin kuruluşundan sonra Kuva-yi Milliye ağalarından olan Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem’in başlattıkları isyanlar bastırılmış ve meclisin otoritesi iyice pekiştirilmiştir.